Sevgili dostlar,
Kişisel zırvalıklarımı Aysonu Olağan Eften Püften Kongreleri’me ayırayım, yetmezse de abidik film yazılarımın içerisine serpiştireyim ki insanları çok bunaltmayayım istemiştim bir süredir. Lakin nerde bende o tutarlılık? Bir iki gün ayrı kalınca özlem duyduğum alt benliğim bloğuma, şu önümüzdeki birkaç gün daha film yazamayacağımdan kelli, istiyorum ki fırsat bu fırsat azcıcık içimi dökeyim.
Kişisel zırvalıklarımı Aysonu Olağan Eften Püften Kongreleri’me ayırayım, yetmezse de abidik film yazılarımın içerisine serpiştireyim ki insanları çok bunaltmayayım istemiştim bir süredir. Lakin nerde bende o tutarlılık? Bir iki gün ayrı kalınca özlem duyduğum alt benliğim bloğuma, şu önümüzdeki birkaç gün daha film yazamayacağımdan kelli, istiyorum ki fırsat bu fırsat azcıcık içimi dökeyim.
Film yazamama durumumun tek sorumlusu annemdir. Dileyen şikayetlerini kendisine bildirsin. Anne demişken, geçen gün tv karşısında otururken “ film izleyelim ana” dedim. O da zaplamaktan bitkin düşmüş olacak ki “Okke dokke kızım” dedi (Arada bir ağzından bana karşı ‘oğlum’ dediği de olur ya, karıştırmıyoruz oraları). Aa, anneyle seyredilecek film sayısı ne kadar azmış ayol! Yok ingilizce altyazılı, yok hafif nörotika, yok onun şeysi var bunun buysu var. Kala kala elimde bir avuç film kaldı. Onların içlerinde de o an tekrar seyretmek istemediğim vardı. Sonuçta önce bir Bruce Lee-Way of the Dragon patlattık, hemen ardından Kurosawa’nın Ran’ını. Annem, öyle sinemayla falan ilgisi olan bir kadın değildir pek. Ama türk filmlerine karşı müthiş bir nefret besler ve türk filmi gördü mü çenesi asla durmaz, sürekli söylenir. Arada bir kendini kaptırdığını görmüşlüğüm vardır ya, neyse... Küçükken TRT’deki adını bir türlü bulamadığım japon dizisini(uyduruyor da olabilir miyim?) ve Shogun’u ilgiyle takip ettiğini hatırlarım. İlerki dönemlerde ben henüz ortaokul sıralarındayken Kanal 6’da yayınlanan Hint filmlerine takılmıştık beraber. Geçen seneden beri de ara ara TRT’deki Kore dizilerini seyrettiğini biliyorum. Hatta arada bir telefonla arayıp, diziyi seyrediyorum, sen de baksana babında birşeyler söyler. Şimdi ben niye anamdan bahsettim durup dururken? Çok açık değil mi vicdan azabından yazdığım? Eve gelir gelmez hır çıkardım ve içimde kala kala volumü kısılmış sesimle, kendisi çatallaşana kadar bağırdım. Bana sorarsan pek haksız sayılmam ya yine de, böyle- çok afedersiniz- “öküz” gibi bağırmamın bi manası yoktu. Ama nedeni var.
Geçen Cuma, Shinjuku Incident’ı (Kanlı Hesaplaşma) seyrettim. Yakuzalar sağolsun, seyrettiği tüm filmlerden kötü manada etkilenen bünyemi fena yaptılar. Dahası bu durumun en büyük sorumlusu ingilizce dublajdı. Gerzek bir dublajın üstüne ben de kendi beynimden orijinal dilde Yakuza ağzıyla konuşmaya çalışınca, ortaya vahim bir durum çıkıverdi. Filmi, berbat bir ingilizce dublajla vizyona sokanları kınıyorum. Bari Türkçe olaydı be! Elbet filmin tek abidik yanı bu değildi ya, yine de film başlar başlamaz duyduğum dublaj, bütün hevesimi aldı götürdü, ne yalan söyleyeyim. Bir araya gelmiş 5’ten fazla çinliyi çekilir yapan dilleri ve yahut yakuzların kendilerine has hırıltılı seslerle yaptıkları konuşmalar gibi unsurlar olmadan son derece yavan kaldı benim için. Üstelik 60 yaşında görünen Jackie Chan’i romantik bir unsur olarak da ele alan senaryoya karşı en içten hislerimle, Numan Ağbi ’nin de zaman zaman böylesi durumlar için yazdığı gibi, gülesim geldi. Hele hele- Allah Gaddesu-sama ’ya bağışlasın- Masaya Kato dururken! Çin’de sansürlenen şiddetini seveyim diyor ve kısacık da olsa Yasuaki Kurata 'yı, yaşlanmış vaziyette görüp, ton ton yanaklarından öpme hissi uyandıran filme “Hadi neyse, bir dahaki sefere inşallah” diye ekliyorum. Yasuaki Kurata ‘abim’ değil, ‘dedem’ olmuş artık, maşallah! O ne ekran doldurması öyle dostlar, ben anlamadım hiç. “Yasuaki Kurata, Sen çok yaşa, çok yaşa!”
Başka bir ‘çarçur edilmiş film’ vakasını da, Junji Ito ’nun severek okuduğum korku türü mangası Uzumaki’den uyarlanmış aynı adlı filmle yaşadım. Küçük bir kasabada insanların ‘sarmal’ saplantısına kapılıp, tuhaf şekillerde ölüş/öldürülüşlerini anlatan orijinal olması gereken filmin konusu, bu kadar mı bayık anlatılır!? Her zamanki gibi, film başlar başlamaz, saatler sürmüş hissi veren esas kızın kasaba içerisinde koşuşunu gösteren sahne, kafamda olayı bitirmişti ya, tek dileğim, şu leğende sarmal şekline gelmiş cesedi görebilmekti. Higuchinsky diye biri tarafından yönetilen film, 2000 yapımı, Japon korku furyası filmlerinden biri. Buralara DVD’si gelmedi diye biliyorum ve şaşırıyorum doğrusu. Berbat ötesi oyunculuklarla şahlanan film, benim gibi salyangoz kabuğu gördü mü o noktada dikilen ve kabuğu ıslatarak salyangozun hareketlenmesini sağlayan saykoları etkileyecek türden bir film değilmiş maalesef-beklentiyi düşük tutmak manasında dedim ama pek birşey ifade edemedim sanırım-. İtiraf edeyim, etkilendiğim bir sahne oldu aslında. Duvardaki salyangozu kameraya alan ilk kurban gibi, benim de, çok uzak olmayan bir zamanda, aynı eylemi gerçekleştirip, komşulara rezil olmak suretiyle ‘kurban olduğum’ bir durumu hatırlatan bu sahne, gözyaşı mözyaşı bırakmadı bende.
Leğende tipi büzüşesiceler
Bağlamak gerekirse;
Nerede kurumuş bir salyangoz kabuğu görürseniz, lütfen sulayın, sularken beni hatırlayın...
Nerede kurumuş bir salyangoz kabuğu görürseniz, lütfen sulayın, sularken beni hatırlayın...
4 yorum:
gelecek haftaki mutat yazım için bu cuma vizyona gireceklerden dişime göre bir film bulamamış ve kanlı hesaplaşma'yı yazmaya niyet etmişken bu yazını okumak nedense bana bir yerlerden yollanmış bir işaret gibi geldi tuğbağnım..
"geldi de peki n'oldu ağbicim" dersen eğer bir cevabım yok elbet, laf olsun işte..
o değil de, o rezil dublaja berbat demek bile iltifat yerine geçer valla..
japonca ve çincenin değişik lehçelerini kullanan adamların -normal olarak- birbirlerini anlamamalarına ve çevrede tercüman aramalarına rağmen hep beraber bülbül gibi ingilizce konuşmalarını gördüğümde -kusura bakma ama- gülesim değil de hüngür hüngür ağlayasım geldi..
yazımda ayrıca, ceki çen ile masaya yakışıklısını karşılaştırmayı da düşünmüş ve dublajsız olsa bile bir halta benzemeyecek bu film hakkında laflarımı güzelce hazırlamaya koyulmuşken, hemen hemen aynı şeyleri düşünmüş olmamız.. aman allahım.. evet evet..işaret tabi ya!
Numan Ağbicim,
Şöyle bir düşününce gerçekten de senin o müthiş film yazı-eleştiri-bilumum yorumların için biçilmiş kaftan olabilecek film görünümlü bir malzeme gerçekten de Kanlı Hesaplaşma. O yüzden yazmazsan darılırım valla, bak şuraya yazıyorum.
Bu durumda müthiş bir şiddetle yazınızı beklerken “Ceki Çen’in kulağını Ceki Çen” demekten başka da bir şey demek istemiyorum. Böylesi zeka yoksunu bir ‘espri kılıklıyı’ bile haketti bu film vesilesiyle ama… Haksız mıyım?
sırf sen darılma diye yazacağım tuğbağcım :)
filmi izleyeli iki hafta kadar olduğundan unuttuklarım epey fazla sanırım. ayrıca, yazmayı da düşünmediğimden, ayrıntılara pek de dikkat etmemiştim..
bu nedenle, ceki çen'in kulağını çekerim çekmesine emme umduğun şiddette bi yazı olur mu? işte onu bilemem.
Ölmeden evvel cümle içerisinde kullanmak istediğim kelimelerden biri 'şiddetle'. Dolayısıyla "o kadar takılma ağbi" diyeceğim ama hiçbir şüphem yok zaten öylesi bir yazı bulacağımdan:)
Unuttuğun yerleri uydur ağbi allasen. Film bizi ciddiye aldı mı ki biz onu ciddiye alalım hem? :D
Yorum Gönder