7.9.09

KATİL KELEBEKLER


Kendisi için ayrı bir dandik kategorisi açtığım (Dandik dediysek hemen gevşemeyin. Öyle az parayla gülünç işler manasında bir dandiklikten bahsetmiyorum) Tsui Hark’ın ilk yönettiği film olması açısından önem taşıyan The Butterfly Murders, kendi açımdan bakacak olursam başka bir öneme daha haiz; O da, sanatın çeşitli dallarında her defasında saflığın, geçiciliğin ve güzelliğin sembolü olarak kullanılan kelebeklerin, ilk defa kötü yönünü ortaya çıkaran bir filmle karşı karşıya kalmış olmamdan ibarettir. Zira bilirim ki kelebekler, hiç de sanıldığı gibi güzel varlıklar değildirler. İtiraz etmek isteyen varsa, bir zahmet bir kelebeğe önce yakından baksın-özellikle gözlerine- sonra gelip ahkam kessin. Ben ki, tüm çocukluğumu envai çeşit böceklere adayarak geçirmiş biriyim, böylesi ‘katil kelebek’ temalı bir film, nasıl olur da başyapıtlarımdan biri olmaz? O kocaman tüylü gövdeleri ve katran karası göz çukurlarıyla değme kabuslara taş çıkartacak özelliklere sahip kelebeklerin başrolde oldukları bu nadide filme girmeden hemen evvel son olarak siz sevgili dostlarıma şöyle seslenmek istiyorum; Ssses... Sseesssss... Mikrofon hazırmış...



Evet ne diyordum?..

Başlangıç olarak nerden kıvırsam diyordum. Çünkü ben hayatımda böyle manasız diyologlu bir film seyretmedim desem, bilmem kaçıncı kez yalan olacak ama bunun tek sorumlusunun türkçe dublaj olduğundan da adım gibi eminim. Dolayısıyla bir de üstüne balık hafızam eklenince bilmiyorum işin içinden nasıl çıkacağım. Ama yılmıyorum, madem bu filmi yazmaya karar verdim, içgüdülerimin sesine kulak veriyor ve sallamaya başlıyorum (Nihayet!).



Hong Kong çöllerinde bir bedevi edasıyla salınan yazar Fong’un (ben öyle anladım) tarihi bir takım olayları anlatması ile açılıyor film. Hemen akabinde Fong’un yeni kitabı, bir matbaada sıcak sıcak basılmak üzereyken matbaacının, kitabın aslında Fong’a ait olmadığını farketmesi üzerine bir de canından olması filmin ilk gizemini vücuda getiriyor. Bu esnada uzak diyarlardaki Efendi Shum’un sarayından davet alan Fong, o yöne doğru çölden geçerek yol alırken, filmin diğer iki aksiyon kahramanı Tien Lung klanının lideri ve Yeşil Gölge de o yöne doğru yola çıkarlar. Zira Efendi Shum’un sarayında kelebekler tarafından gizemli bir şekilde cinayetler işlenmektedir. Bu saydığım üç karakterin o anlamsız diyaloglarından anladığım ya da daha doğrusu anlamadığım kadarıyla araları da pek yok gibidir. Sürekli birbirlerine laf sokmakta, bu da seyircinin neşesini arttırmaktadır. Kelebeklerin neden böylesine saldırgan davrandıkları konusunda bir türlü çözüme ulaşamayan grup, bir müddet sonra Efendi Shum’un da kelebekler tarafından öldürülmesi sonrası açılan vasiyet ile çözüme ulaşabilecek midir?



Tinker Bell edasıyla havada salınan Yeşil Gölge
Vasiyette Efendi Shum, yıllar önce kendisi ile birlikte önemli bir eğitimden geçen iki kan kardeşini, altınlarını paylaşmak için saraya çağırmaktadır. Saraya teşrif eden kan kardeşler, altınlardan ziyade başka birşeyin peşindedirler. Ölen Efendi Shum’un karısı ve dilsiz hizmetçisi tam da gizem unsurunu bir güzel arttırmışken, sarayın dehlizlerinde gezerken ortaya çıkan acayip kıyafetli esrarengiz dövüşçü, adrenalini arttırır. Acayip silahları olduğu gözlemlenen dövüşçü ve örümcek kadının Hong Kong şubesi formatında, bir oraya bir buraya ip germek suretiyle üzerinde uçuşan Yeşil Gölge ile Tien Lung Klanının lideri arasında vuku bulan dövüşler evlere şenliktir. Kaçmayı başaran esrarengiz dövüşçü, bir dahaki sefere ortaya çıkana kadar, kılıçla değil ama beyniyle dövüşen yazar Fong, Efendi Shum’un saraydaki gizli odasını bulur. Burada Efendi Shum’un çok gizli bir silah üzerinde çalıştığını öğrenir.

Tüm bunlar ne anlama gelmektedir? Efendi Shum’un asıl amacı aslında nedir? Şimdi ölü olduğuna göre vasiyeti üzerine gelen kan kardeşleri neden vasiyette söz konusu olan altını alıp gitmemektedirler? Hepsinden önemlisi kelebekler neden birer ölüm makinesine dönüşmüş ve kanlı zaferlere yürümektedirler? Daha fazla anlatmıyorum. Sadece önemli üç öğeye daha yakından bakalım. Önden buyrun;

1. KATİL KELEBEKLER (kana doğru hamle yaparken)
2. KATİL KELEBEKLER (En sevdikleri şey, yüz kemirirken)


3. KATİL KELEBEKLER (El kemirirken)

Ee... Olmadı sanırım. Baştan alıyorum; en önemli üç öğe;

1. (Baymak pahasına) KATİL KELEBEKLER (Yok artık! Fotoğraf koyacak değilim)
2. ACAYİP KIYAFETLİ DÖVÜŞÇÜ (Bakınız video kapağı bu dövüşçüyü nasıl tanımlıyor; "Düşmanlarını yok etmeye yeminli bir döğüşçü... Kara giysili... Kara ölüm habercisi... Onun için, dönüşü olmayan acımasız bir kavga... Bu kavgada tek bir hata bile yapmaya olanak yoktur. (!) Fazla söze ne hacet?!

3. DÖVÜŞÇÜNÜN ACAYİP SİLAHI (Pençe ve kanat karışımı, hatta kapan vari bir silah. Sırf bu silahın tasarımı için bile övülmeye değer bu film).



1979 yapımı, Tsui Hark'ın yönetmen olarak sinemaya giriş filmi The Butterfly Murders, mekan, giysi ve alet edevat tasarımını son derece başarılı bir şekilde kotarmış, finale kadar hiç açık vermeden (nasıl verecekse artık, karıştırmayın oraları) gizemi korumayı başarmış, üstelik oldukça ilginç bir tema, katil kelebek temasından yola çıkarak bunu yapmış bir film. Sanırım ilk defa New Dragon Gate Inn'deki kopan bacak ve görünen kemiği sahnesiyle göynümde taht kuran Tsui Hark abimi kutluyor, adam olacak yönetmen daha ilk filminden belli olur derken kendimle ilgili bir gerçeğin de on bininci kez farkına varıyorum; Gizem bana gelmiyor kardeşim. Elime yüzüme bulaşıyor. Al, ne anladın sen şimdi bu filmin konusundan?

DIE BIAN / THE BUTTERFLY MURDERS 1979 (Türkiye'de yayınlandığı adıyla ÖLÜM PENÇESİ SHAOLIN-yorum yapmıyorum)

Y: Tsui Hark

O: Lau Siu-Ming (yazar Fong), Michelle Yim (Yeşil Gölge), Chang Kuo-Chu (Efendi Shum), Wong Shu-Tong (Tien Lung lideri klanı)

Hiç yorum yok:

Boş işler bunlar...