29.11.08

"IT WAS THE DIRTY END OF WINTER"* YA DA KARLAR ALTINDA MODENA

*"Loom of the land"-Nick Cave and The Bad Seeds.
Hayır maalesef kışın sonu monu değil aksine bal gibi başlangıcı.Ama ne başlangıç!Ben henüz sonbahar aramalarıma devam etmek üzere Modena ve Parma planları yapıp yola çıkmıştım ki Liguria sınırlarından çıkar çıkmaz bembeyaz bir dünyayla karşılaştım.Her yer çoktan kar tutmuştu. İlk istikametim Modena'nın ardından, Parma'ya geçme planlarımı yavaş yavaş kara gömmeyi düşünmeye başlamış ama henüz yılmamıştım. Ne fark eder? Kısa süre içerisinde planları çoktan boğmam gerektiğini anlayacaktım zaten, trenin bir buçuk saatlik rötarının ardından... N'aptım? Yılmadım. Tamam, Parma'ya geçemedim ama Modena'da daha fazla vakit geçirdim fena mı oldu? Onu, donan ayaklarıma ve bir yandan şemsiye tutup diğer yandan fotoğraf makinesini ayarlamaya çalışan ellerime sormak lazım. Savona'nın ardından epey alışmış buldum ellerimi, bu marifetine:)
Neyse efenim abidik gubidik kişisel şeylerime biraz ara verip Pavarotti'nin doğum yeri Modena'dan bahsedeyim. Trenden iner inmez bu sefer biraz sol yapıp şehir merkezine ulaşma şansınız var. İşin güzel tarafı istasyondan bisiklet kiralayıp şehri bisikletle gezebilirsiniz. Ben, hem bisiklet kiralama yerini geç gördüm( eee... dönerken gördüm ne var?) hem de kar yağarken- özellikle yerler kar tutmuşken- pek gözüm yemedi açıkçası.



İstikamet belli; kentin kalbi Duomo (ana kilise). Peki bu sefer ayaklarım beni doğruca duomo'ya götürebilcek miydi? Valla götürdü. Yıldız tarihinde bir ilk gerçekleşti ve ilk defa hedefime çok kısa bir sürede ulaştım. Nasıl mı? Duomo'nun çan kulesi sağ olsun.Her yerden görülebiliyor. Bir de şu anda restorasyonda olduğundan renkli renkli de giydirmişler. Sıkıysa görme. Kilise 11.yy'dan kalma romanesk bir yapı. Çan kulesiyse yanılmıyorsam 2 yüzyıl sonrasına ait. İki yıl önce Siena'nın duomosunu nasıl göremediysek bu seferde Modena'nın duomo'sunun çan kulesini restorasyon dolayısıyla göremedik. Varsın göremeyelim ne çıkar. Zaten onca fotoğrafın ne anlamı var ki. Kilisenin iç mekanı tamamen tuğla örgü.Tüm çatlak ve akıtan tonoz çatısıyla tam anlamıyla muhteşem. Bir de iç mekanda ayaksız fotoğraf çekebilmeyi başarabilirsem herşey daha muhteşem olacak ama... İşte tüm kent bu kilisenin etrafında döne döne kurulmuş. Torino'daki kadar olmasa da yine tuğla yapılar var. Tipik İtalyan mimarisi. Farklı birşeyle karşılaşmadım. En dikkat çekici tarafı kent planı bana kalırsa.
Burdaki müze durağımı Estense Galerisi oluşturdu. Bölgenin (Emilia-Romagna)ressamlarının işlerine ev sahipliği yapan müze. Özellikle "Çocuk İsa ile Meryem Ana" temalı onlarca tablo var. Tablolar,freskler,heykeller... Bir de tabi bahsetmeden geçmeyelim Bertoldo di Giovanni imzalı 1491 tarihli,Fatih Sultan Mehmet'i betimleyen "Mehmet II" madalyonu da koleksiyonların arasında.
http://www.galleriaestense.beniculturali.it/pages/galleria.html

İşte Modena maceramız da böylece son buldu.Ne bir Ferrari ne bir Maserati görebildim. Fotoğraflar ayrıntılarıyla yine feyzbuh'ta. Bir dahaki gezimizde buluşmak üzere...
http://www.facebook.com/album.php?aid=9924&l=a0cea&id=1347115609 Modena 1http://www.facebook.com/album.php?aid=9927&l=2cb2b&id=1347115609 Modena 2

23.11.08

SONBAHAR NEREDE? BİR TORİNO BELGESELİ

Bu şehirde sonbahar yok.Yani bildiğimiz klasik anlamda.Yerlerde ne sararmış bir yaprak ne birşey. Çok tuhaf.Sürekli yağan yağmurdan başka birşey yok sonbaharı hatırlatan. Bu vesileyle yazımı Torino'ya bağlayayım.Çünkü Torino'da,Cenova'nın aksine sonbahar var. Hem de en güzel haliyle. Sokaklar o kadar yaprakla dolu ki, yaprakları çöp torbalarına dolduran görevliye torbayı alabilir miyim diye sormamak için zor tuttum kendimi.Hani filmlerde noelde kar yağmayınca evlerinin önüne köpük vs.dökerler ya benimkisi de o hesap. Biraz sonbahar havası katsak bu şehre fena olmaz. Bir de birşey farkettim.Kafamdaki İtalya imajı tamamen İtalya'nın iç bölgelerinden, daha doğru söylemek gerekirse denizden uzak yerleşmelerinden oluşuyor. Bütün o kendine dönük,çepeçevre sarılmış tarihi merkezler nedense daha cazip geliyor. Deniz kenarı İtalya'ya alışmak biraz zaman alacak gibi.Bunda tuhaf ne var diyebilirsiniz. Tuhaf olan kısım şu; Ben şimdiye kadar hiç denizden uzak bir şehirde yaşamadım ki deniz bana tuhaf gelsin. Ama geliyor işte...



Dönelim yeniden Torino'ya. Sabahın körü ama güneş-hem de nasıl güzel bir güneş-henüz ortaya çıkmış.Uyuklayarak ama uyuyamayarak geçen bir tren yolculuğundan sonra garda inmişim(buralara özellikle vurgu yapıyorum gıcık etmek için:)). Hangi yöne gideceğimi az buçuk biliyorum ama yön duygum bunu bilmiyor her zamanki gibi. Halbuki Torino'nun tarihi şehir planına baktığımız zaman kolay olduğunu görüyoruz. Tamamen ızgara plan.Burdan durup baktığınızda nerdeyse şehrin ucunu görebilirsiniz. Bu plan yalnızca iki çapraz yolla düzenini bozuyor.Ve bu zavallı insancık-ki ben oluyorum-her zamanki yeteneğini kullanıp bu çapraz yollara sapmak suretiyle tarihi merkezin dışına çıkarak Torino'daki ilk turunu atıyor. Ama sorarım sana ey okuyucu;Eğer bu ayaklar olmasaydı beni merkezin dışına çıkaran bu pazarı görme şansına erişebilir miydim acaba? Pazarda yok yok.Aynı bizimkiler gibi. Dansöz kıyafetinden incik boncuğa kadar:) İki üç kere pazarın etrafında dolandığım için stand stand bile sayabilirim ne var ne yok. "Yok İstanbul'dakiler beni kesmedi" diyenlere yol tarifi vereyim(hala bana güveniyorsanız yol tarifi için tabi) Efenim pazar Via Colombo ile Via Marco Polo arasındaki bölgede kuruluyor cumartesileri. Meraklısına.Yalnız cadde isimlerine dikkat derim.



Gelelim tarihi merkeze. Nerden başlasak. Sırtınızı istasyona verip dümdüz yürüyün.Tarihi merkezin tüm önemli yapıları bu yol hattı üzerine kurulmuş. Fotoğrafları ayrıntılarıyla feyzbuh'uma koydum.İsteyen ordan baksın. Burda biraz ayrıntılardan söz etmek istiyorum.



Torino'ya adımınızı atar atmaz kentin mimarisi size kendini belli ediyor.Benim dikkatimi çeken ilk şey bacalar ve alaturka dediğimiz kiremit örtüsü oldu. Sonra tuğla duvar örgüsü geliyor tabi. Yeni ve eski tuğla yapılar birarada. Tarihi tuğla yapılardan en önemlisi mimar Guarini imzalı Palazzo Carignano. Yapının bir kısmı restorasyon görerek yeniden inşa edilmiş. Eski ve yeni duvar örgüsü arasındaki fark görülmeye değer. Çok sık olmasa da geniş ahşap saçaklara rastlamak da mümkün. İtalya'nın en güzel taraflarından biri balkon kavramını öldürmemiş olması.Şu ana kadar sadece bir apartman dairesinin balkonunun kapatılmış olduğunu gördüm.Önerim şu hep beraber balkonlar kapatılmasın kampanyası başlatalım. Var mısınız?

Torino'da tasarım almış yürümüş. Çok hoş oturma aydınlatma vs elemanları var. Zaten kentte şu sıralar bir tasarım festivali var. Bir de 26. uluslararası film festivali. Bu da kuyruğu! Bu senenin yönetmeni Roman Polanski. Hatırı sayılır miktarda japon filmi de olduğundan kelli gözüme girdi kendisi.Hatta broşür alıp film bile seçtim. Nasıl gideceksem. Bu kuyruk uzar gider arkadaşlar hem de şehrin Eiffel kulesi Mole Antonelliana'ya kadar . Çok yakındaki bu bina şehrin simgelerinden biri. Bir de bu alanda deli gibi rüzgar esiyor. İşiniz yoksa fazla takılmayın derim.
Görülecek çok yer var bu kentte. Ama zaman var mı tabi onu sormak lazım. Bir çok müze var gezilecek. Ben sadece iki tanesini gezebildim doğal olarak. Biri savaş silahları ve giysilerinin sergilendiği ARMERIA REALE diğeri de roma duvar kalıntısı üzerine kurulmuş bir yapının ev sahipliği yaptığı ortaçağ ve barok dönemden kalma eserlerin sergilendiği müzeydi. İkisi de müthiş müzeler. Zaten bana ortaçağ de orda dur. Durmasan da farketmez çünkü ben orda fena halde durmuşumdur o an. Baltalar, zırhlar,atlar aman Allahım parıl parıl.Hayatta sevdiğim tek parıltı kılıç-zırh parıltısı herhalde. Ama süper bir siyah zırh da vardı güneş simgeleriyle dolu. Nasıl bir zahmet o zırhı giymek. Herşey yüzbin parça. Vidalar menteşeler. Ama nasıl kafa açıcı şeyler. Tüfek koleksiyonu içinde 4-5 parça da türk tüfeği vardı. Tek japon örneğinin yanında duruyordu. Diğer müze içinde bulunduğu yapı itibarı ile de görülmeye değer. Ahşap,taş,mermer,metal ortaçağdan kalma akla gelebilecek her türlü eser.Yapının kuleleri roma çağından kalma olduğu için kule duvarlarında ve giriş katta o dönemin izleri. Müthiş Müthiş Müthiş. Mısır ilgimi uzun zaman önce çekmeyi bıraktığı için gezmeyi düşünmediğim büyük de bir mısır müzesi var. Var da var işte.
Böyleyken böyle diyelim burda keselim.

10.11.08

BİR İTALYA GERÇEĞİ-GREV


Ben konuya çok vakıf değilim doğrusu ama geldiğimden beri bu kaçıncı grev(sciopero-şopero diye okunur).Önce üniversitede başladı. Devlet üniversitelere aktarılan parayı kesip bir sürü çalışanı işten çıkarınca tüm üniversite-hocalar dahil(buraya dikkat) haydi eller şopero'ya diyerek,işi sınıfları kapatıp meydanlarda ders yapmaya kadar vardırdılar. Sonra üniversiteyi temsilen tabut hazırlayıp bir güzel de cenaze töreni düzenlediler. Anladığım kadarıyla işlerin düzeleceği yok çünkü sorun sadece devletin üniversite politikasında değil tüm eğitim politikasında. Berlusconi'nin tavrı da herşeye tuz biber ekiyor maaşallah(böyle mi yazılıyordu ya?Demek ki kamyon-dolmuş arkasındaki yazılara çok dikkat etmemişim şimdiye kadar!!) Şopero havası bugün de toplu taşıma araçlarını sardı-yani sarmış.Az önce durağa gidip 20 dakika bekleyince farkettim. Benim için çok önemli değil doğrusu ha evde mum gibi oturmuşum ha durakta mum gibi durmuşum! Başka hangi alanlarda şoopero var bilmiyorum ama şimdiye kadar bu ikisine çok sık rastladım. İnsanlardan aldığım izlenimse aynen şöyle; "Aa uzun zamandır grev yapmadık.Hmm haydi bakalım greve."Daha görecek çok şeyimiz var burda dur bakalım...

Bu arada kişisel sözlüğüme güzel bir kelime kazandırdım: "Şopar;Şopero yapan"(grev yapanları gördükçe içimden hep "şoparlar şoparlar" diyesim geliyor:)

6.11.08

İTALYAN USULÜ ENGİNAR-GNOCCHI VE PESTO


Önce Gnocchi ve pestodan başlamak istiyorum. Gnocchi patatesle ve yumurtayla hazırlanan,midye süsü verilmiş bir tür yiyecek. Türkiye'de markette gördüğümü hatılamıyorum. Ama yanılmıyorsam Barilla'nın gnocchi deyü makarnası var midye şeklinde. Neyse efenim malum, hayatta en çok sevdiğim sarı ikinci şey olan patatesten yapılıyor olması itibariyle taktım ben bu gnocchi'ye. İkinci taktığım şey, sarı değil ama yakın renk sayılır;fesleğenden doğma,zeytinyağı ve fıstıkla yoğrulma,yeşil pesto! Öyle fesleğen hastası değilim ama nedense pestoyu çok sevdim.Hele Gnocchi ile birleştiler mi benim için ölümcül ikili gibi bişey haline geliyorlar:))Tabakta görülen yeşil taneli sarı şey pesto soslu gnocchi. İtalyan usulü enginarın konumuzla ve bu tabakla ne alakası var onu anlatayım biraz. Ne zamandır canım enginar istiyor. Ama bakıyorum ne pazarda ne markette bizdeki gibi soyulmuşu yok. E ben de naptım,mecburen çiçek şeklinde olanından aldım.Kendim ayıklarım, olmazsa bi kabuklu deneyeyim şunu diyerek. Burdaki enginarlar biraz daha küçük. Dedim ya kabuklu deneyeceğim diye, öylece pişiriverdim usulünce. Ama yemek ne mümkün! Düpedüz diken bu! Belki beyaz yerine ulaşırım umuduyla açtıkça açtım yaprakları ama minicik bir dip karşıladı beni. Sonuçta köskös çöpü boyladı zavallım. Ben de gnocchi ve brüksellerle idare ettim(çok ihtiyacım var ya..Bekle beni İstanbul,uçakla değil ama yuvarlanarak geliyorum bu gidişle...)

1.11.08

GODZILLA VS. GENOVA

Nıhahaha...Tişört vs satan bir dükkanın vitrini ilk kare.Ama bunlar tişört değil. Tuvallere baskı yapılmış. Hazır Cenova'da da rastlamışken, çok sevdiğim "Bizim Godzillamız"adlı şarkı eşliğinde film afişlerini bir araya toplayayım dedim.


http://www.godzillatemple.com/

I WON'T F*CK US OVER,I'M MR NOVEMBER

I wish that I believed in fate
I wish I didn't sleep so late.

Üç gündür nerdeyse aralıksız yağan yağmurun ardından denizin durumu...

GAVUR MEMLEKETİNDE KISIR YAPMA DENEYİMİ


Önce işe tarif almakla başladım. İlk aklıma gelen benim gibi yemeye düşkün arkadaşım,çok sevgili elemanım,sağ kolumun küçük parmağı Neer'den kısır tarifini aldım. Şimdi sıra o market senin bu market benim gezip kısırlık bulgur bulmaya gelmişti.Burda bir kahkaha atabilirim değil mi;çünkü bırakın kısırlığı, bulgur bile yok! Aramalarım neticesinde(yanlış anlaşılmasın çok da aramış değilim.Sadece hepinizin de bildiği gibi abartmayı seviyorum,değil mi?) bulgura benzer birşey buldum. Sıra salça bulmaya gelmişti. Domates,soyulmuş domates,kesilmiş domates,domates passato(o neyse artık),yok domates bilmem ne diye bin türlü şey var ama salçaya benzer birşey yok maalesef. Neyse işte sonuçta ezilmiş domates benzeri birşey alıverdim. Ama neye yarar;ketçap tadında birşey çıkıverdi.Olur mu şimdi bu kısıra?Olmaz! Velakin olmadı da! Bu macera da burda son buluverdi böylece...

IL PASSATO E UNA TERRA STRANIERA YA DA KÖTÜ BİR GÜNÜ TAMAMLAMANIN EN GÜZEL YOLU RAHATSIZ EDİCİ BİR FİLMDEN GEÇER





















"Geçmiş yabancı bir topraktır" olarak tercüme edebileceğimiz (hatta edilmiş)bir Daniele Vicari filmiyle italyan sinema deneyimlerimize devam ediyoruz. Bir film bu kadar mı iç karartıcı olur ya da benim ruh halim mi öyleydi gerçekten bilmiyorum. Yanlış anlaşılmasın film kesinlikle kötü değil ama anlattığı konu açısından zorlayıcıydı. Olayımızın asıl kahramanı Giorgio(Corco-böyle yazınca daha sevimli oluyor)(Elio Germano) avukat olmak için okuyan son sınıf öğrencisidir. Bir tesadüf sonucu Francesco'yla (Michele Riondino)bir kumar partisi sırasında tanışır... Tanışmaz olaydın Corco!Yedin bitirdin beni tüm film boyunca. Allah seni n'apmasın! Neyse devam edeyim konuyu anlatmaya. Francesco kötü karakter oluyor. N'olduysa onun başının altından çıktı zaten.Gözü kör olmayasıca!.. Francesco azılı bir kumarbaz, Giorgio'yu da yoldan çıkararak birlikte o kumar partisi senin bu kumar partisi benim gezmeye başlarlar. Bu arada da bütün kumar hilelerini Corco'ya aktarır Françesko. Kumarın sonu yavaş yavaş uyuşturucuya ve şiddete dayanınca benim ipler kopuverdi. İşte böyle ahali. Biraz oyunculardan bahsedeyim. Corco karakterindeki Elio Germano, geçtiğimiz İstanbul film festivalinde izlediğim "Abim evin tek çocuğu"( Mio fratello e un figlio unico) filmindeki tutunamamış müzisyeni canladırarak gözüme girmişti. Şöyle bir karıştırınca 2 önceki film festivalinde de Patti Smith kılıklı kadının oynadığı "Quo Vadis,Baby" filminde de oynadığını gördüm ama ben hatırlamıyorum.Diğer oyuncu Michele Riondino ise daha yeni bir aktör sanırım. Bizim türk oyunculardan adını hatırlayamadığım birine deli gibi benzettim ben. Hatta film boyunca ara ara aklıma geldikçe gülesim de birlikte geldi. Dur arayayım adını...Buldum;İlker Aksum'muş.Yabancı damat dizisine oynayan:)Bişey yazıyorum bari doğru yazayım; bu film Gianrico Carofiglio'nun aynı adlı romanından uyarlanma. Roman bildiğim kadarıyla türkçe yayınlanmış ama ben okumuş değilim yalan olmasın:) Bulursan izle işte seyirci bunaltma beni. Zaten yeterince bunaldım.İzle ama aydınlık kafayla izle,tamam mı?


Bir not daha; film Bari de çekilmiş. Gidemedik ama görmüş olduk böylelikle.
Boş işler bunlar...