26.8.09

CHRIS DE BURGH, BİR HONG KONG FİLMİ İÇİN SÖYLÜYOR; RED TO KILL

"The lady in red is dancing with me
Cheek to cheek
There’s nobody here
It’s just you and me
It’s where I wanna be
But I hardly know this beauty by my side
I’ll never forget the way you look tonight"
Yıl 80’lerin sonu ya da 90’ların başı. Hangisi, net hatırlamıyorum. Ablam ders çalışıyor. Bense abime yapışmaktan illallah geldiği zamanlar ablamın dibinde bitiyorum. Odadan, Lady in Red diye yumuşak bir ses geliyor. O ses, uzun zaman gitmedi zaten. Neyse efenim, bizim yazımıza konu olan Kırmızılı Kadın fenomeni, şarkının sözlerini az buçuk yerine getirecek bir durum ihtiva da etse, birazdan anlatacaklarım karşısında siz de bana hak vereceksiniz ya, gerek ‘cheek to cheek’ durumu, gerek ‘there’s nobody here’ durumunu, ‘Allah saklasın’ boyutuna getiren bir filmin konusu olmuş durumda. Şimdi, bu söylediklerimin, yazının başında çok da mânâ kazanmadığını bildiğimden, mehter takımı hazırsa, her zamanki gibi konuya giriyorum.

Sosyal Hizmetler uzmanı olarak çalışan Bayan Cheung’un işi, zor durumda kalmış zeka özürlülere yardım etmekten ibarettir. Aileleri tarafından terkedilen ya da ailesiz kalan zeka özürlüleri, sığınağa yerleştirerek, topluma kazandırmak için de iş vermektedirler. Sığınağın bulunduğu, 70’lerin açık koridor sistemli toplu konutunda yaşayan diğer sakinler, bu durumdan pek hoşnut değillerdir. Her açıdan cahil oldukları gözlerden kaçmayan-miyop dahi olsa bu göz- bu güruh, son zamanlarda çevreye dadanan sapık dolayısıyla da, her fırsatını bulduğunda zeka özürlülere sataşmaktadır.

Daha filmin ilk dakikasında oynak kamera hareketleriyle, seyirciyi sapığın gözü konumuna getirerek açılan film, toplu konutun merdivenlerinde, yüzünü göstermediği izbandut gibi bir sapığın, kırmızılar içindeki bir kadını kaçırarak tecavüz etmesiyle seyirciden bedduasını alır. Bu sırada, babası trafik kazasında ölen zeka özürlü Ming Ming, Bayan Cheung tarafından sığınağa getirilir. İlk defa bu esnada tanıştığımız, ısrarla uzun kollu gömlek giydiğine tanık olduğumuz sığınak müdürü Bay Chun, ne kadar da Jet Li’yi andırıyordur, öyle değil mi Lois? Gözlüklerinin ardından niyeyse bende bir Clark Kent-Jet Li karması uyandıran Bay Chun, son derece ‘sevecen’-filmin ilerleyen dakikalarında hep beraber daha yakından tanık olacağız ya- bir o kadar da koruyucu bir insandır.
Babasının ölümüne ve sığınağa, bir çırpıda alışamayan Ming Ming’in adaptasyon sürecini ayrıntıyla inceleyen film, bir yandan da meşum sapığın diğer icraatlarını da sergilemekten geri kalmayacaktır. Her defasında, merdivenlerde kırmızılı kadınları avlayan bol kaslı sapık, gün gelecek duvara toslayabilecek midir? Merak etmeyin anlatıciğim...
Zor günleri Bayan Cheung’un sayesinde dans ederek atlatan Ming Ming, bir dans gösterisi sırasında giydiği kırmızı kıyafetiyle, uyuyan yılanı deliğinden çıkaracak ve kaçınılmaz saldırı gerçekleşecektir.
Dikkat Dikkat! Açık veriyorum. İsteyen en alt paragrafa geçsin. Ama orada birşey bulacağınıza garanti veremem. Chris de Burgh'den sonra aynı dönemlerden bir Lionel Richie parçasıyla kaldığımız yerden devam ediyoruz, sevgili dinleyenler. İçinde müthiş bir karaoke başyapıtı barındıran "Hello, is it me you're looking for" tüm arayıp da bulamayanlar için geliyor...
Sürekli uzun kollu gömlekler giyerek, diri vücüdünü saklayan Bay Chun değil miymiş bizim sapık? Bak bak! Hiç anlamamıştık sanki! Oğlum, bu gözler ta 5 km öteden tanır kasları, naber? Öhö!.. Bunun konumuzla ilgisi yok tabii. Neyse...
“Ben sana kırmızı giyme demedim mi yarim!”


Kırmızı kıyafet görünce, kendini kaybeden ve öfkeden çılgına dönen Bay Chun’un aslında tüm bu öfkesi annesine yöneliktir. Tamamen bir çocukluk travmasından kaynaklandığı anlaşılan “Ben sana kırmızı giyme demedim mi yarim!” bazlı serzenişi esnasında Ming Ming’e saldırır saldırmasına ama bu arada kıza da aşık olmuştur! Saldırı ertesi, şoka giren Ming Ming’in banyoda kriz geçirme sahnesini anlatmak isterdim dostlar ama bana verilen yetkinin dışına çıkamam. Bu film İngiltere’de vizyona girse +30 falan mı derlerdi bilemiyorum doğrusu. Şu Eden Lake’e bile + 18 dediklerine göre... İyisi mi biz, bir Hong Kong yapımından beklenebilecek abukluklara devam edelim.
Dünya artistik giysi yırtma şampiyonu Bay Chun



Ming Ming’in Bay Chun tarafından tecavüze uğradığını öğrenen Bayan Cheung, çok pis gaza gelecek, Bay Chun’u mahkemeye kadar çıkartacak ama asıl zeka özürlünün kim olduğu konusunda seyircinin kafasında şüphe uyandıran mahkeme, Ming Ming’in özrü dolayısıyla suçun kanıtlanamayacağını öne sürerek, Bay Chun’u salıverecektir. İşte o anda, şimşek gibi bir hızla Bayan Cheung’un kafasında adaleti sağlamak için bir plan belirecek ve kırmızılara bürünerek, artık psikopat yüzünü saklamak da beis görmeyen Bay Chun’u, en zayıf noktasından vurmaya çalışacaktır.
Hong Kong'un kamburu, bir Victor Li klasiği


1994 yapımı Red to Kill, bir yandan şiddetin sınırlarını zorlarken, bir yandan da kendinden farklı olana karşı hayvani bir içgüdüyle nefret besleyen cehaletin, halk tarafından nasıl kullanıldığına da eğilmiş. Eğilmiş ama kalkamamış. Zaten bir kategori III filmi olarak kalkmak gibi bir sorunu da olmamış.. Yönetmen Hin Sing ‘Billy’ Tang, favorisi mavi aydınlatmalı sahnelerinden, ve acayip kamera açılarından bu filmde de vazgeçmemiş görünüyor. Beddua etmek isteyen ya da sinirini çıkarmak isteyen varsa, filmi seyrederken sapığa saydırmak suretiyle bu işi çok güzel yapabilir. Böylece film de misyonunu tamamlar diye düşünüyorum. Yoksa kadına yönelik bu kadar şiddetin kime ne faidesi var a dostlar?

İşte Chris de Burgh-Lady in Red şarkısına bir kere daha gelecek olur isek, şarkının sözleri, size de şimdi daha anlamalı gözükmüyor mu acebe?


Bak şimdi haksız mıyım gülmekte? Tam böyle duygulanmışım, gözümden yaş gelecek, ölüm döşeğindeki Ming Ming'e sevdiği parçayı çalmak için Bayan Cheung, pembe dandikus bir org çıkarıyor. Ne yapayım ben bu sahnede, sen söyle!
YEUK SAT/RED TO KILL 1994
Y: Hin Sing ‘Billy’ Tang
O: Lily Chung (Ming Ming), Money Lo (Bayan Cheung), Ben Ng (Bay Chun)

3 yorum:

Goddess Artemis dedi ki...

Demek diri vücüdları ve kasları (buna "adonis kası" da dahil mi? :-p) 5 km. öteden algılayıp tanımlayabilen süpersonik gözlere sahipsin. Bunu öğrendiğim iyi oldu, uzmanlığına başvuracağım durumlar olabilir de! :-PpP

Goddess Artemis dedi ki...

Ne duygulanması, ne gözyaşından bahsediyorsun kuzum son paragrafta? Benim bildiğim, film arasında soğan doğradığın için gözlerin yaşarıyordu senin. Yanlış mıyım? Yanlışsam, niye gözlerin yaşarıp durdu Gake no Ue no Ponyo'da? Yoksa, Aruitemo Aruitemo'da mıydı? (Uzakta oturdum diye görmedim sanma!) ;o)

Tuğba dedi ki...

Yıl 1980 bilmem kaç; gözümü açtım, Barbar Conan'ı gördüm Gaddesu-sama. Dolayısıyla kas algılama konusunda uzman olmam doğal karşılanmalı diye düşünüyorum :D

Öte yandan bakar kör biri olarak sen yine de bana çok güvenme:P

Gözyaşı meselesine gelince, Appurushido'ları 'henüz' yazmadığım için ufak bir intikam sezinler gibi oldum. Film arasında soğan doğradığım doğrudur. Hatta ütü, yemek pişirmek, temizlik yapmak gibi her türlü ev kızı işini yaparkene çok film heba ettiğim saklı değildir. Lakin bir kere daha söylüyorum 1978'den beri (ki güççük abimin doğumu şerefine ağlamışımdır), ilk defa geçenlerde, bir kere olmak suretiyle-ki o da küçük ayak parmağımı sehpanın bacağına gömmek suretiyle gerçekleşmiştir- ağlamama yeminimi bozmuşluğum vardır. Gerisi külliyen yalandır, iftiradır. Aksini iddia edenler hakkında bana verilen kilolara dayanarak, Türkiye Cumhuriyeti ceza kanununun bilmem kaçıncı maddesi gereğince işlem yapmak mecburiyetinde kalacağımdır. Bu da üç adet Ponyo kolu çıkarabilecek kadar 'patlıcan' olan kolumun hareketlenmesi anlamına gelir ki aman Allah korusun :-D

Öf tamam... Bir iki yaş gelmiş olabilir gözümden. Ama alerjik reenkarnasyonum var desem gene inandıramayacağım nasılsa... Gidim ağlayayım ben hüngür faşırt beğğğğğ :p

Boş işler bunlar...