24.8.09

SİZE ANNE DİYEBİLİR MİYİM?/KURO NO TENSHİ-BİR ZAMANLAR 5 KİŞİYDİK/GONIN

Dikkat Dikkat! Sayın yolcular, ninja’ya kısa bir süreliğine ara vermek zorundayız. Siz yine de her ihtimale karşı kemerlerinizi bağlı tutun.

Daha önce hiçbir filmini izlemenin nasip olmadığı bir yönetmenin iki filmine el atıyoruz. Gaddesu-Sama’nın tiksintiyle bana uzattığı 1997 yapımı Kuro No Tenshi (Black Angel Vol. 1/黒の天使) ve tiksintiyle uzatmadığı 1995 yapımı Gonin (The Five). Üşenmediğim kadarıyla-ki hayatta en iyi yaptığım şey üşenmektir- yönetmen Takashi Ishii ile ilgili internette yaptığım kısa bir araştırma sonucu kendisinin olaya aslında manga çizeri olarak başladığı bilgisini edindim. Lakin 3-4 gün evvel edindiğim bu bilgiyi nerden edindiğimi yeniden bulamadığımdan, rüyamda da görmüş olabilirim, siz yine de inanmayın. Sinema hayatının bir bölümünde “pinku”ya el atan Ishii’nin asıl uzmanlık alanı yakuza-suç filmleri gibi gözüküyor. Gonin, bunun en büyük ispatı. “Pinku ne ola ki?” diye sorana “Ben bilmem, beyim bilir” diyor ve daha konuyu bile açmadan kapatarak asıl konumuza dönüyorum.

İçerisinde bir adet Takeshi Kitano barındıran Gonin, farklı karakterde beş adamın, biraraya gelerek bir yakuza patronunu soymasını ve soygunun kaçınılmaz sonucu olarak avlanmalarını konu edinmiş sürükleyici bir film. Tipik bir yakuza filminden beklenilecek şiddet, filmde yeteri kadar mevcut elbette ama onu diğerlerinden ayıran en önemli şey, bu beş adamın derinlikli karakterleri. Üstelik Kitano’yu da filmin ikinci yarısında günışığına çıkararak, +1 bonus eklemeyi ihmal etmemiş yönetmen. Sahnelerin hemen hemen hepsinin kapalı ve loş mekanlarda ve yahut şiddetli yağmur altında geçmesi benim gibi karamsar ruhları çoşturacaktır diye düşünüyorum. Oyuncu kadrosuna bakarsak, filmin yalnızca ikinci yarısında ortaya çıkan Kitano, afişlerde falan direk gözümüze gözümüze sokulmuşsa da-ki oyunculuğunu yadsıyor değilim-Kitano’dan başka üzerinde durulması gereken çok oyuncu var bu filmde. Aslında boş oyuncu yok desek yeridir. Misal, Naoto Takenaka ’nın canlandırdığı oldukça sıradan, işsiz adamın, gerçek yüzü hayranlık(!) uyandırmayı başarıyor. Takenaka, son dönemdeki Shinjuku Incident nam-ı diğer vizyona girdiği adıyla Kanlı Hesaplaşma ve yahut göynümden geçen adıyla Shinjuku ’Faciası’ndaki polis müfettişi olarak hatırlanacaktır. Lakin ilk defa, Nodame Cantabile adlı bir dizide seyrettiğimden kelli, Gonin’deki performansıyla beni oldukça şaşırttığını söylemeliyim. Japon dizilerindeki abartılı oyunculuklara aşina olanlar, bu dediğimi daha iyi anlayabilirler sanırım. Aralarında tuhaf bir ilişki olduğu görülen, soygunu planlayan baş karakter, bar sahibini canlandıran Koichi Sato ile yarı travestiyi (o ne demekse artık...)canlandıran Masahiro Motoki de, eski bir polis memurunu canlandıran, Ishii’nin favori oyuncularından biri gibi gözüken Jinpachi Nezu da karakterlerinin haklarını veriyorlar. Sözün özü, belki mükemmel bir film değil ama yalnızca silahların patlamasından ibaret ‘boş’ bir yakuza filmi de değil Gonin. Az sonra anlatacağım filmden önce seyredilmesi seyircinin hayrına olur diyerek geçiyorum The Black Angel’a.

Film seyretmek, kendi açımdan, tek başıma yapmayı sevdiğim birşeydir. Festival zamanları veya arasıra özel arkadaşlarımla da sinemaya giderim ama, nedenini tam olarak çözemesem de, yalnız film seyretmekten ayrı bir zevk aldığımı itiraf etmeliyim. Yine de arasıra öyle filmlere denk geliyorum ki, filmin tadı ancak bir arkadaşla seyredildiği zaman çıkacak türden oluyor. Kara Melek de tam bu türden bir film. “Yok efenim, ben yine de seyredemem böyle film” diyorsanız size ahlaksız bir teklifim var. Hemencacık, kumandanızı elinize alıyorsunuz ve ileriye sarma tuşunu x2’ye getiriyorsunuz. Altyazılı da olsa, x2 hızda gayet güzel bir şekilde filmi sular seller gibi ezberliyorsunuz. Benim vardır zaman zaman böyle seyrettiğim filmler, yalan değil. Lakin bu filmde, bu yöntemi kullanmadım yanlış anlaşılmasın. Zira tam ağzıma layık bir film çıktı, Gaddesu-sama yanılmamış. Konuyu da çıtlatayım, olsun bitsin.

Ikko, henüz 6 yaşındayken, yakuza patronu babası ve tüm ailesi birileri tarafından katledilir. İzbandut bakıcısı tarafından katliam ortamından kaçırılıp ‘Kara Melek’ namlı kadın bir kiralık katilin ellerine teslim edilerek, Amerika’ya firar etmesi sağlanır. Kara Melek’in havaalanında küçücük çocuğu uğurlaması, hafiften gözleri yaşartmışsa da asıl göz yaşartan nokta, 6 yaşındaki bir çocuğun, nasıl olur da uçağa tek başına alındığıdır. Ama kasmayalım, geçelim. Zira 1 değil 2 değil... 14 yıl sonra Ikko, serpilmiş ve sarı kafalı dejenere olmuş japon arkadaşıyla birlikte, hem kendini kurtaran Kara Melek’i hem de ailesinin katillerini bulmak üzere,” intikam intikam” diye diye Japonya’ya geri döner. Katillerin izini, yavaş yavaş sürerken, esinlenerek ismini aldığı Kara Melek’in, uyuşturucu batağına saplandığını ve dahası, babasının düşmanı yakuzanın da metresi olduğunu öğrenerek kaderine lanetler yağdırarak, acıların çocuğu formatında, intikamına daha da bir asılacaktır.

Karanlık atmosferiyle , “Ben bir Takashi Ishii filmiyim” diye bas bas bağıran filmin en dandik tarafı “Ben senin annenim yavrum” temalı senaryosu herhalde. Yoksa bilmem kaç dakika süren, kesintisiz çekilen Ikko’nun yakuza patronundan kaçmaya çalışma sahnesi takdire şayan. Ama onun dışında, nanay oyunculuklar ve benceğize oldukça anlamsız gelen sahnelerle(Bkz. Dans sahnesi), beni bir hayli eğlendiren, ki bu sebepledir ki kaliteli film seven izleyiciye illallah getirtebilecek bir film Kara Melek.
Son olarak eli maşalı Seda Sayan’ın, eli silahlı versiyonu, arıza kadın Riona Hazuki ile ilgili daha dün öğrendiğim bir dedikoduyu da paylaşmak istiyorum dostlar. Japonca öğretmenimden öğrendiğim kadarıyla egosu bir hayli tavanda olan Hazuki hanım, vakti zamanında Hiroyuki Sanada’nın karısından boşanmasına sebebiyet vermiş bir starcık imiş.

Daha DVD kapağına bakar bakmaz etini sütünü belli eden-ki THE ULTIMATE ASSASIN...SHE’LL BLOW YOU AWAY yazıyor kapakta-Kuro No Tenshi, bir tek meraklısına hitap edecek türden gibi... Bu arada, Gonin gibi, The Black Angel’ın da ikincisi çekilmiş. Şu an ikinci filmlere bulaşmaktansa Ishii’nin bir başka filmi Freeze Me’ye takılmayı yeğliyorum.

11 yorum:

Goddess Artemis dedi ki...

Ahahahahahahahaahahahahhahaha ;o)

Seçimlerimde yanılmayışım ve beğenin hoşuma gitti.

Gonin'i B sınıfı olmaktan kurtaran tek şey, Takeshi Kitano'nun varlığı. Tıpkı Shinjuku Incident'taki Masaya Katô gibi.

Bir de şu Appurushîdo'ları ve Omoide Poro Poro'yu izleyip anlatsan da, benim dırdırımdan kurtulsan, diyorum! :-p


N.B. Gake no Ue no Ponyo'dan bahsetmeyi düşünmüyor musun? Hani şu şerefime tüm seansı kapattığın sinemadan...

Goddess Artemis dedi ki...

Unutmadan ekleyeyim: Freeze Me'yi de izlemiştim. Şiddet faktörü ortalamaydı ama asıl üstünde durulması gereken psikolojik gerilim faktörü pek bir yüzeysel gelmişti.

Takashi Miike filmlerinin hastası bünyem için oldukça sıradan bir filmdi diyebilirim.

kişisel depresyon anları dedi ki...

ninja nereye kayboluyor?

Tuğba dedi ki...

Gaddesu-Sama,
yazıda teşekkür etmeyi unuttum. Şimdi edeyim. Ettim:D

Kitano'ya ve B sınıfına gelecek olursak, ben seninle aynı fikirde değilim. Tamam, Kitano'yu-ikinci kez-yadsıyor değilim ama filmi kurtaran da sadece o değil bence ;) Sen köteği hazırla:D

Animeleri seyredeceğumdur lakin yazar mıyım bilemeyeceğumdur. Zira her seyrettiğim filmi yazmaya kalksam tutunamam buralarda. Asıl korkum, yarın bi gün "Chopstick"i de yazsana demendir ki, gizli kapıları açmanın manası yoktur değil mi? :D
Bıdıbıdım bi yana, seyredince yazacağım tamam ama, şu kara meleği araya sıkıştırayım dedim. Yoksa pek birşey seyrettiğim yok son zamanlarda. Sonracığıma sırada ne vardı? Hah! Ponyo!
O bize kalsın bence, boşver. Bazı şeyler dillendirmeden güzel zaten, öyle değil mi? Biraraya gelince ben sana kol bacak çıkartırım, eğleniriz biz aramızda:P

Miike hastası bünyeni, neden Hong Kong'un akıllara zarar şiddetinden uzak tutuyorsun? Vallahi beni kırıyorsun:)Ama azimliyim! En azında kaşla göz arasında sana bir Robo Vampire seyrettireceğim. Bak hem vampir var içinde! Daha ne olsun?
Yazıdaki dedikoduyu da Yukari-san'dan aldım, haberin olsun:)

Tuğba dedi ki...

KDA,
Ninja, kendi dumanı içinde kayboldu.
Bayat çıktı duman, pof oldu :D

Şu Black Angel'ı daha yeni seyredince, sıcak sıcak yazayım dedim. Yoksa Kosugi abiyi-ne abisi amcayı-unutmuş değilim:)

Tuğba dedi ki...

Bir de en üstteki manga kapağındaki kadının bakışları Türkan Şorayı andırmıyor mu? Bana mı öyle geldi acebe?

Goddess Artemis dedi ki...

Tasogare Seibei'deki oyunculuğuyla ağzımı bir karış açık bırakan Hiroyuki Sanada, bu oyunculuktan nasibini alamamış şımarık hatunun nesine kanmış da yuvasını yıkmış, diye sormak isterdim ama niyesi belli. Sanada abimiz 1960 doğumlu, Riona Hazuki ise 1975.

Haberin Yukari-san'dan geldiğini "öğretmenim" dediğin için anlamıştım. Tadanobu Asano'nun Chara'dan boşanacağını da O'ndan mı duymuştuk?

Bir araya geldiğimizde kol bacak çıkartacaksan, Ponyo'dan vazgeçtim gitti. Ama Chopstick, neden olmasın?! :-pPp

Goddess Artemis dedi ki...

O bakışlara Türkan Şoray bakışı değil, "takma kirpikli bakış" diyebiliriz kısaca. "Türkan Şoray kirpiği" diye bir örgü/dantel modelinin olması ise, yüce gönüllü Türk izleyicisinin terbiyeli davranıp "takma kirpikli" diyemeyişinden olabilir!

Tuğba dedi ki...

Evet, dedikodu kaynağım Yukari-san:D Çok alem bi insan kendisi, çok tatlı:)
Sanada abime gelecek olursak, bir müddet kendisini cezalandırıyorum. Ama ninja ellerinin hatrına cezayı kısa tutacağım.

Ponyo adına çıkarırım kol bacak. Ne olacak! Senden esirgeyecek değilim ya:D

Chopstick'i yazmaya kalkarsam, bir Sex and Zen'in, S&M Hunter'ın, efenime söyleyeyim Blind Beast'in falan da hakkı kalır. O yüzden kapatalım bu konuyu . Bakalım zaman ne gösterir:D

kişisel depresyon anları dedi ki...

muhabbet oyle tatlı olmus ki sadece okumakla yetindim :)

Tuğba dedi ki...

Alemsin:)

Boş işler bunlar...