5.12.09

TANRIM, AKLIMI KORU! A.K.A. NINJA THE PROTECTOR


Uzun zamandır Godfrey Ho’nun kulaklarını çınlatmıyordum. Serumlarınız hazırsa filme geçiyorum. Zira bir Godfrey Ho filminden yara almadan kurtulmak ne mümkün! Bir de tabii en önemlisi, yalnız kalmaya kendinizi hazırlayın. Sanıyorum ki, insanları kendimden uzaklaştırmaya başlamam, bu amcayla tanıştığım yıllara denk düştüğünden, sizlerin de dikkatli olmanızı salık veririm.

Aslında, Godfrey Ho standartlarına göre, çok uçlarda bir film değil bu (Bkz. Standartlar için Robo Vampire). Dolayısıyla yukarda yazdığım gibi abartmanın alemi yok. Evet her zamanki gibi hikaye, iki ayrı koldan yürüyor ama en azından gerçekten ‘mantıklı’ sayılabilecek bir kolda birleşiyor. ‘Acayip’ sözcüğünün havada kaldığı, tüm o ninja numaraları, ziyadesiyle yerinde velâkin, endişeye mahal yok.

1986 tarihli Ninja The Protector’ın, en önemli kozu elbette, yönetmenin fetiş oyuncularından Richard Harrison. Harrison-Ho işbirliğini, saymaya tenezzül dahi etmediğim birçok filmde görmek mümkün. İşte söz konusu bu film de, aralarında en güzellerinden, en eli yüzü düzgünlerinden biri doğrusu.

Filmin konusuna, Türk seyircisi olarak fazla yabancı olmadığımızı baştan belirtmeliyim. Sanırım bunun en büyük nedeninin, 80’li yıllarda Hong Kong film piyasasıyla yaptığımız alışverişler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle, Türkiye’nin, o dönem, Godfrey Ho filmlerinin en büyük alıcılarından biri olduğunu öğrendiğimden beri, böyle yazmakta bir sakınca görmüyorum. Moda evi kamuflajı altında, sahte para basan kalpazan çetesinin-ki ninja temellidir-, polisle-ki polis de ninja temellidir-çatışmasını konu edinmiş bu filmi, dönemin ismini hatırlayamadığım birçok Cüneyt Arkın-Salih Kırmızı- Hüseyin Peyda (vb.) filmleriyle hemen hemen aynı frekansta görebiliriz. ‘Hemen hemen’, zira takdir edersiniz ki, içine bir de ninja sosu karıştırılmış filmin, bir zahmet kültürel(!) öğesi de oluversin. Bu duruma ek olarak, iki film arasındaki en önemli farka da değinmek isterim. Türk filmlerinde batağa saplanan hep kadınlarken, bu filmde işler tersine dönmüş, kader bu defa erkekten yana kozunu kullanmıştır. En iyisi baştan alalım konuyu. Öyle tek cümleyle kurtulabileceğini mi sandın? Pardon ama o zaman beni hiç tanımamışsın arkadaşım... Yazık olmuş bunca zamana...



Her zamanki gibi ilkel dürtülerle, avımın (Bkz. Film) etrafında iki tur attıktan sonra işte nihayet, o ilahi ışığı görüyorum a.k.a. “Konuyu anlat yoksa kötek geliyor”dan korktuğumdan doğrudan konuya bağlanıyorum;


Teker teker olmak kaydıyla, ilahi ışık altındaki bir koridordan yürüyerek, sağdaki bir kapıdan geçip, havada döne döne, efendilerinin önüne düşen üç adet Ninja ile açılıyor film. Üstelik ilk ninja, 70’ler kung fu furyasının önemli oyuncularından Philip Ko. “Bu filmde ne işin var be abi?” temelli sorunuzu yanıtlamak isterdim ama dikkati ister istemez, koridordan kıvırtarak geçen ikinci ninjaya çekmek istiyorum. Kıvırtmasından kadın olduğu %99 belli olan ninjanın ardından (aslında kalan ihtimal rahatlıkla %1’den fazla olabilir), tüm film boyunca, yeri geldiğinde ‘dört göz’ (Ay ne ayıp!) olarak hitap edilen üçüncü ninja da geçmek suretiyle resmi geçidi nihayet tamamlar. Kırmızılar içindeki baş ninja efendinin önünde sıralanan tüm Ninjalar, çantalarından çıkardıkları tomar tomar sahte parayı yere dizerken, kırmızılı ninja da, klasik Ho filmi ‘geyik’lerinden seyirciyi mahrum bırakmaz. “The firts rule of Ninja Club is; Bir ninjayı ancak başka bir ninja def edebilir” (Defeat’in k*ç çevirisi olarak)” den başkası değildir elbette. ATANSİYON SİVUPLE: Bu sahneler uyutma tehlikesi içermektedir. Kalpazan ninja güruhumuz kendi aralarında konuşa dursunlar, bizler de hikayenin diğer kahramanlarını tanıyalım.


Philip Ko, azminin sınırlarını zorlarken

Yorumsuz...

Yaşlandığı gözlerden kaçmayan, bıyıklı Ninjaların atalarından Richard Harrison tarafından canlandırılan polis komiseri, ninja kimliğini saklayarak mesleğini icra etmektedir (Yaşlanmasının nedeninin ömür törpüsü bu filmler olduğu hakkında bazı dedikodular almış bulunuyorum). Kalpazan ninja çetesinin elemanlarını, yaptığı abuk sabuk parmak hareketleri ertesinde içine girdiği ninja kıyafetiyle benzetmekte ve gelip kodese tıkmaları için çömezlerini numarası gizli telefonlarla aramaktadır. Herşey iyi güzeldir de şahin gözlerimden kaçmadığı kadarıyla, parmak hareketleri bir yerde kilitlenmektedir ki, birdenbire ninja kıyafeti içinde beliren, gerek Harrison amcam, gerek diğer Ninjaların, ağız kısımları otomatik olarak kapanmamakta, sırf ağızlığı yukarı çekmek için Ninjalarımız oldukça efor harcamaktadırlar. Öte yandan sinema dünyası da çok dedikoducu canım. Harrison abim, zamanında bıyıklarını öyle sevmiş ki, ille de göstereceğim diye diye böyle bir fikir bulmuşlarmışmış da mışmış. Ninjanın gücünün sınırlarını anlamak açısından filmin bu noktası başka güzel bir anlam daha içermektedir. Zira ninja, ninja da olsa büyücü değildir ya be dostlar, bir sokak bankının ayağına kelepçelendiğinde kurtulmayı başarsın(!)…

Öncesi
Sonrası


Kalpazan ninja çetesi ve komiser bıyıklı ninja, hikayenin ilk ayağını oluştuturken, ki aynı zamanda filmin ‘ağır’aksiyon ayağını da oluşturur bu ikili, diğer ayak bir abi-kardeşten oluşmaktadır. Kalpazan çetesinin kamuflajı moda evine manken olarak girmeyi başaran Warren, ev sahibi, filmin başındaki kıvırtan kadın ninjaya (kunoichi) “Ay bilmem ki! Daha önce hiç yapmadım. Hiç deneyimim yok.” gibisinden mırıldana dursun, çoktan jigolo damgasını seyircinin gözünde yemiş ve moda evine gelen kokonaların gözdesi olmuştur. Böylelikle, Türk filmlerine göndermelerle dolu güzel sahneler, seyirciyi beklemektedir. Warren, hayatında ilk defa oldukça fazla para kazanmanın büyüsüyle, kendi çapında ‘sınıf’ atlarken, filmin ‘psikolojik’ boyutu da ortaya çıkar; Warren’ın motosiklet tutkunu kardeşi, abisinin bu hızlı ‘yükselişi’ karşısında kıskançlık krizlerine kapılmaya başlamış, sokak serserisi olma yolunda ilerlemektedir (Ev serserisi diye bir şey var mı ki, ev kedisi-sokak kedisi bağlamında?). Üstelik bir aşk üçgeni de, film, her ne kadar fazla aydınlatıcı olmasa da, ‘serseri’ olma yolunda ilerleyen Warren’ın kardeşinin nedenlerinden biri gibi gözükmektedir.
“Warren, hikayenin kilit kahramanı olup, her iki hikayeyi birbirine bağlayan yegane kişidir” demek isterdim ki maalesef. Zira Ho, tutarlı bir film çekme şansını yakalamışken, resmen elinin tersiyle itmiş (O yüzden seviyorum sanırım ben bu adamı). Açık vermemek adına, fazla ayrıntıya giremiyorum (Ne o? Ağlıyor musunuz?).

Kardeşi kardeşe düşüren Dört Göz

Kardeş kavgası

The second rule of ninja Club is; Eğer biri size, uzun kılıç üstte, kısa kılıç altta, üzeri de kırmızı bir örtüyle kapatılmış ninja seti göndermişse bu, düello anlamına gelir. Biri bana böyle bir set gönderse düello ne kelime, elini öpmeye giderim valla...

Finali itibariyle, gözlere bayram havası estiren film, tüm o dandik dublajıyla, tekrarlanan sahneleriyle ve akla gelmeyecek türlü tuhaflıklarıyla insanı ekrana çiviliyor. Sizlere, aksiyonu ve dramı aynı potada eritme çabasındaki filmin, bir de sosyal sorumluluk boyutu olduğunu iftiharla sunup, çekiliyorum.

Bir zamanlar Birleşik Krallık sömürüsü altındaki Hong Kong'un resmi daire duvarlarının olmazsa olmazı.

Dört göz'ün evindeki insan haklarına gönderme bombardımanı yapan poster

Karakol duvarındaki, halkı, basit güvenlik tedbirleri konusunda aydınlatan "Kapınızı kilitleyin, öyle her gelene de açmayın" posteri.

Karakol duvarındaki diğer bir aydınlatıcı "Sizin başınıza da gelebilir" posteri.

Kendimi, nedense “Godfrey Ho filmi izleme kılavuzu” yazma azminde gördüm. Dağlara taşlara…
The third Rule Of Ninja Club is; Kask tak evladım, kask tak! Nerde kaldı sosyal sorumluluğun!
NINJA THE PROTECTOR 1986
Y: Godfrey Ho
O: Richard Harrison, David Bowles, Warren Chan

Seyirciye -şimdilik-son uyarı; Bu filmi başka bir isimle görürsen sakın şaşırma...

2 yorum:

Adem dedi ki...

Sen uç, kaç, zıpla, yokol, bi ordan, bi burdan görün, sonra git motosiklete bin. Sıçtınız lan mesleğin zanaatın içine.

Adem

Tuğba dedi ki...

Ninjanın modernizasyonu için motor elzemdir ama...

Boş işler bunlar...