restorasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
restorasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24.12.09

PROF.FULCI ANLATIYOR

Restorasyona giriş ikinci dersimizi fazla kafa ütülemeden sohbet havasında yapmak istiyorum arkadaşlar. Zira her hoca gibi benim de öğrencime ayıramayacak bol zamanım var. Toplantının biri bitse bir diğeri başlıyor ben ne yapayım?! Birinci dersi kaçıranlar için, fotokopileri ozalite bırakmıştım. İsterseniz ordan bi göz atın önce. Sonra hemen hemen aynı seviyede, belki biraz daha hafif geçecek bu dersimi de alıp almamaya karar verin. Oh, ne uzattım gene. Sen öndeki, çok soru soruyorsun, dersi uzatıyorsun! Arkaya geç bakim!

Prof.Fulci anlatıyor;
Bu seferki konumuz, 1990 yılında Lucio Fulci tarafından çekilen Demonia adlı film vesilesiyle, uzun zamandır kafamı kurcalayan, insanların bilmedikleri meslekler hakkında atıp tutması. Zira çok dertliyim, tipik bir Hong Kong filmindeki gibi, şuracığa alenen kusmakta beis görmüyorum. Efendime fısfıs...

Not çıkarmayı seven öğrenciye kıyak: Filmin konusunu birebir anlatmak gibi bir derdim yok canımcım. Zaten yazacağım diye, hatırlamak amaçlı şöyle bir geçtim üstünden...



Sicilya’nın küçük bir kasabasında, arkeolojik kazı yapan Kanadalı ekibin, yemek kitaplarına Fulci usulü olarak geçen doğrama şekline maruz kalmasını anlatan film, tarihi çevrede çalışan (alan ya da yapı bazında) genç meslektaşlara öğüt vererek açılıyor. Zira asıl orada bulunma nedeni arkeolojik kazı olmasına rağmen, iş alanının hemen tepesindeki terkedilmiş tarihi manastırın düş gıcıklayan çekimine karşı koyamayan Liza, kazı başkanından, bir bilimkadını olduğunu unutmaması gerektiğini, bu yüzden de hülyalarını bir kenara bırakmak zorunda olduğu yönünde ilk ihtarını alıyor. Şimdi arkadaşlar, hepimiz arkeoloji, restorasyon vb. mesleklere başlarken hayal kurarak başlıyoruz değil mi? Yüzyıllar önce inşa edilmiş bir yapıda ya da bilmem ne historik dönemlerden kalma bir alanda çalışmanın ne kadar zevkli olabileceğini düşünerek mesleğe adım atıyoruz. Peki sonra ne oluyor da geri adım atma ihtiyacı duyuyoruz? Hayalimizdeki yapı barok çıkınca ister istemez zorlanıp, hay ben senin demiyor muyuz? Diyoruz tabii, demezsek ayıp olur. Ama beterin beteri var. Yatıp kalkıp, gotiğin bizde olmayışına dua etsek yeridir. Gözünü sevdiğim Osmanlı’nın klasik dönemi. Hep söylerim süs cinayettir diye...



İşte Liza, tüm uyarılara rağmen, yüzyıllar evvel, mahzeninde, 5 rahibenin, kasaba halkı tarafından çarmıha gerildiği manastıra girer. Bu noktada mesleğe yeni başlayan meslektaşlara bir uyarı vermektedir. Eski bir yapıya girildiğinde öyle her duvara yaslanılmaz bi kere. Ayriyeten, her yere el sürülmez. Hele her boşluktan örümcek ağları sarkarken, bir bayan meslektaşın elini, destek alma amaçlı duvara dokundurduğu görülmemiştir. Bunun örümceği var, efendime söyleyeyim akrebi var. Çıyan mıyan, o konulara girmek dahi istemiyorum ki dağlara taşlara...





Liza, kendi geçmişiyle bu rahibeler arasında bağlantı kurmaya çalışsın, bu esnada filme dahil olan kasaba halkı, hiç de misafirperver değildir. Ki bu durum bugünkü dersimizin ana konusunu ihtiva etmektedir. Efendim, filmde de görüldüğü üzere, kazı ekibinden ve bilhassa, Liza’nın manastıra ilgisinden hoşnut olmayan kasaba halkı, ekibe yüz vermemekte, fırsat buldukları her an, aralarında dedikodu yapmakta ve ekibin bir an önce kasabadan defolup gitmelerini istemektedirler. Allahın zavallı kullarından biri olan bendeniz de, çalıştığım yer civarında sürekli olarak çevre halkının hoşnutsuzluğuyla karşı karşıya kalmaktayım. Bazen yılar gibi olsam da, genel de bu tür insanlarla cesurca savaşmaktayım. İşi gücü olmadığı halde, tüm gün şantiye etrafında takılarak, farklı mevzilere konuşlanan bu amca ve teyzeler, suratımda hafif bir ışık gördükleri her an (ki somurtuğun önde gideni olduğumdan yaklaşmak öyle kolay değildir), “Ne zaman bitecek yavrım inşaat?” temelli soruyu yüzüme çarpmaktan çekinmezler. İlk başlarda, sakince ne yaptığımızı, restorasyonun ne olduğunu anlayabilecekleri dilde açıklamaya çalışırken, zaman içerisinde sorunun “Ne zaman bitecek yavrım restorasyon?” halini almasından dolayı, ben de tavrımı biraz sertleştirme gereği duydum. Cevap vermek adına sert çıkıp, ister istemez ağlamaklı ses tonuna bağladığım -ki yer yer işin içine günahı münahı da sokup, sinsilikle kendimi acındırdığım da olmuştur- anlardan sonra çenemi yormanın boşuna olduğunu farkettiğimden, artık soran olursa, iş tabelasının yerini gösterip, “Orda yazıyor!” demekle ve yahut hiç kaale almayıp, “Bilmiyorum teyze, ben de öylesine bir çalışanım burda” demekle yetiniyorum. Arada bir, banklarda oturan amcaların, çalışmaktan anası ağlayan işçilere bakıp bakıp, “Bunlar bir işi beceremiyor, Osmanlı nasıl yapmış koskoca camiyi?” serzenişlerine kafa göz girmek istiyorum ama bu memlekette doktorluğu bile ‘iki tıktık bir tıktık’ diye tanımlayan insanların var olduğunu bilmek beni engelliyor. Diyeceğim o ki, genç, seçtiğin yolda, önüne, kafanı aptal saptal sorularla doldurup, ters etkiyle boşaltmak isteyecek insanlar çıkacaktır. Sana bu konuda yararlı olacak seçmeli dersin Ninja Sinsiliği olduğunu hatırlatmak isterim.


Kamp alanında akşamları, kazı ekibi içkili çalgılı eğlenirken, dantelli geceliğini yanında getirmekten kaçınmamış Liza da sürekli rahibeleri ve manastırı düşünmektedir. Filmin ilerleyen dakikalarında, faaliyete geçen gizli güçlerin, falcı bir kadınla karşılaşıp, manastır ve çarmıha gerilmiş rahibeler hakkındaki gerçekleri öğrenen Liza'ya, kazı ekibine ve kasaba halkına musallat oluşunun hikayesini, umarım filme daha saygılı bir tonda, bir sitede okuma fırsatını bulursunuz. Ben geleyim son olarak doğrudan bayan meslektaşları ilgilendiren meseleye. Aslında kişisel olarak inşaat işine pek cinsiyet açısından bakmıyorum ama filmde, gündüz vakti Liza’nın erkeksi kıyafetler içerisindeyken, gece çadırında dantelli geceliği içinde olması ne demektir, tartışılabilir. Konuyu şöyle bir çıtlattıktan sonra, Liza’nın 80’lerin korkunç modasının kurbanı olduğuna bağlayıp kısa yoldan dersimizi burada sonlandıralım.


Filmin nasıl sonlandığını soran arka sıradaki öğrencime cevap verirsem, ekibin açık havada çalışmasından dolayı, senaryo kağıtlarından bir kısmının rüzgara kapılıp uçtuğunu söyleyebilirim sanıyorum.

Ha, bu arada Fulci usulü göz çıkarma, vücudu ikiye ayırma, delme ve torna stillerine çalışın, haftaya sınav yapabilirim.

Arkeolog Liza'ya gel! Hanfendi, tarihi freskoyu hunharca parçalarken!


5.6.09

BİR FİLMLE RESTORASYONA GİRİŞ / LA CHIESA

Norman Chu geçen gün beni aradı. “İkide bir adımı söyleyip duruyormuşsun, kulaklarım çın çın! Bir ara versen de iki rahat etsem” dedi kaşla göz arasında. İşte bu sebepledir ki aslında Haşmetmaaplarının başka bir filminden söz edeceğidim emme onun yerine hem Chu’ya hem de Hong Kong’a kısa bir ara verip, İtalya’ya uzanmak istedim. Öyleyse bağırıyorum; SIRADAKİ! Sen değil teyze, hemen önündeki! Hah şöyle! Herşeyden önce, senaryosu Dario Argento’ ya ait olmakla birlikte yönetmenliğini Michele Soavi’ nin üstlendiği 1989 tarihli La Chiesa (The Church), türkçe adıyla bildiğimiz Kilise filmiyle ilgili Murat Kızılca tarafından yazılmış güzel bir yazıyı Öteki Sinema’ dan okuyabilirsiniz. Hatta bence, önce orayı okuyun. Çünkü ben filmi, aramızdan bazılarına pek de anlamlı gelmeyecek bir şekilde işleyeceğim. Hatta açık konuşmak (e pardon yazmak olacaktı) gerekirse mimari restorasyonla ilgilenen arkadaşlar kulaklarınız bende olsun. Zira derslerde susmak bilmeyen hocaları dinleyerek doğuştan sıkılgan olan canlarınızı biraz daha sıkıp, üstelik de hiçbir şey öğrenemezken, şuncağcız bir filmden neler öğreneceksiniz, bakın da görün! (Bu vesileyle Mimar Sinan’ın Bina Bilgisi hocalarına selam olsun. Zira her ne kadar aralarında ukala görünenleri çok da olsa, hiç değilse sinemanın değerini bilenleri de vardır ve zamanında, modern mimarinin taşlama ustası Jacques Tati filmlerini TRT-2’den yaptıkları kötü kopyalarla, Atilla Dorsay eşliğinde, ucundan az da olsa öğrencilere koklatmışlardır.)
Filmimiz, adının da bas bas bağırdığı gibi merkez üssü olarak gotik bir kiliseyi temel almaktadır. Yaptığım hesaplara göre kilisenin inşasına başlanılması 1200’lü yılları göstermektedir. Lakin hesap yapmaya ne gerek varmış? Dvd’nin arka kapağında ‘kapı’ gibi’ bundan 850 yıl önce’ diye bir ibare yok muymuş? Peki bakar kör olduğumu söylemiş miymişim? Şeytan tarafından doğru yoldan çıkarıldığı düşünülen bir kasabanın tüm halkı, Töton Şövalyeleri tarafından öldürülerek, cesetlerinin atıldığı çukur, mevzu bahis kilisenin temeli olarak kullanılmıştır. Şeytani güçleri kilisenin altına gömerek, üzerini de 7 gözlü taş ile mühürleyen kilisenin mimarı, öyle bir tasarım yapmıştır ki, bu mühür kırıldığı an kilisenin tüm çıkışları kapanacak, böylelikle kötülüğün dış dünyaya ulaşması engellenecektir. Yalnız, tarihte örneğine sık rastlayacağımız gibi, fanatik dinci diyebileceğimiz kiliseyi inşa ettiren rahipler, çok şey bildiğini düşündükleri mimarı, kendi tasarımı içerisinde öldürmekte bir beis görmeyeceklerdir. Aslında filmin nerdeyse sonuna kadar bizim için de bir sır olarak kalması gereken bu bilgiyi vermem, pek hoş olmadı değil mi? Filmin konusunu kısacık çıtlattıktan hemen sonra gelelim ana konu restorasyona. Bu bölümleri sahne sahne inceleyeceğiz arkadaşlar. Merak etmeyin, birer kopyasını Kaya Ozalit’e bıraktım.

Günümüze geldiğimizde kilisenin tarihi kitaplara ev sahipliği yapan kütüphanesine yeni atanan kütüphanecinin, çok sevdiğim alttan çekim ile kilisenin içinde yürüdüğü ilk sahnelerden birinde, biz de kilisenin iç mimarisini rahatlıkla okuyabiliyoruz.
Yan nefleri kaburga tonozla örtülmüş kilisenin, bu ve buna benzer sahnelerden anlaşılacağı üzere içeride, nemden dolayı tonozlarda oluşan sıva kabarmalarından başka bir sorunu görünmemektedir. Yeni kütüphaneci, restorasyon uzmanı Lisa’ya yaklaşırken, biz de duvar resmini daha ayrıntılı olarak görme şansını yakalarız. Nedense bana Neptün çağrışımı yapan, şeytani varlığın insan yiyişinin o dehşetengiz anlatımı, kilisede şeytani güçlerin olduğunun en belirgin işareti konumundadır. Zira güç açığa çıkarken, yanlış hatırlamıyorsam bu duvar resmi yavaşça duvardan silinmiştir. Biraz sonra daha detaylı tasvir etmeye çalışacağım, freskin restore edilme işlemi de resmen boşa gitmiştir. Restorasyon uzmanı Lisa, İtalyan’ın en sevdiğim tarafı, insana güven veren tipik iskelesinde çalışırken, akla, ‘elbaz’ yazmaya çabalayanınızın şimdiye kadar maruz kaldığı iskele tiplerini getirmektedir. Birincisi hepimizin bildiği ahşap iskele, ki 21.yy’da bile yılmadan, bilmem kaç katlı binalara dahi kurularak, cabbar cevahir ustalar tarafından çinli akrobatlara taş çıkartacak biçimde kullanılabilmektedir, çıkmaya tenezzül dahi etmediğim tiptir. İkinci tip iskele, demirden, ince kesitli, bol çaprazlı olandır, ki buna çıkmak için de bacaklarınızı maşallah iyice bir ayırmanız gerekmektedir. Ben yalnızca iki kat çıkabildim şimdiye kadar. Bir de çıkarken iyi de inerken çok fena! İnsanın, ağaç dalında mahsur kalmış kedi gibi hissedip, itfaiyeyi falan arayası geliyor. Yalnız hakkını yemeyeyim, bunların yandan takılma merdivenleri var. Üçüncüsü ise insanda en az italyan kardeşi kadar güven uyandıran kalın kesitli ve tek bir noktadan maymun gibi istediğin yere tırmanıp hareket etmene olanak tanıyanı ki, bunun bir de kalaslarla çepeçevre sarıldığını düşünsen, dünyanın en mutlu adamı olursun dostum, inan bana. İşin tuhaf tarafı, İtalya’da hangi yapı restorasyon altına alınmışsa, eksiksiz bir şekilde iskele ve kalaslarla sarılmış vaziyettedir. Ben sana ahşap iskele diyorum, sen hala ‘ya bizde?‘ diye soruyorsun. (Ahşap iskelenin de kullanılacak yeri var tabii, öylesi durumlar bu konunun dışındadır.)
Duvar resmini restore eden Lisa, temiz temiz çalıştığına göre belliki restorasyonun son aşamasına gelmiş, küçük küçük tamamlama yapmakla meşgul. Lakin temiz dediysek o kadar da değil. Bakınız alttaki resimde, ablanın kendisi, ellerindeki boyaların çıkmayışından dolayı, kütüphaneciye serzenişte bulunduğu sırada görülmektedir. Soavi’nin oyuncu seçimindeki bu gerçeklik beni gerçekten çok memnun etti. Zira kadının tırnaklarının kısa oluşu, aslında oldukça ‘pis’ olarak niteleyebileceğimiz restorasyonda dikkat edilmesi gereken bir husus diye düşünüyorum. Tabii süslü kokoş kız milleti, beni her daim yolda bırakıp, arada bir de yalancı çıkarıyor ama... Bu arada restorasyon uzmanı Lisa’yı canlandıran oyuncu Barbara Cupiti, bu türün ve Soavi’nin gözde aktrislerinden biri.
Duvar resmini rötuşlama işleminden fırsat bulduğunda kilisenin diğer sorunlarıyla da ilgilendiğini gördüğümüz Lisa, öncelikle zemin araştırması için kilisenin bodrumuna iner. Bir yapının restorasyonuna başlanırken ilk yapılması gereken işlemlerden biri ve hatta en önemlisi zemin araştırmasıdır. Takdir edersiniz ki çürük veya sağlam olmayan bir temelin üzerine ne yaparsanız yapın, yıkılmaya mahkum olacaktır. Filmle bağlantılı olarak zemin araştırma olayını bir daha ele alacak olursak, aletle yeri delen işçiye, fazla derine indiği ve yapıyı sarstığı için fırça atan Lisa, içten içe kiliseyle ilgili tuhaf birşeyler mi hissetmektedir? Hele işçinin, ‘kilisenin altında mağara gibi bir boşluk var’ demesi, bu hissi daha da mı alevlendirmektedir?
Restorasyonun bir sonraki aşaması olarak Lisa’nın duvardaki çatlaklara, çatlak ölçer dediğimiz cam levha yapıştırdığını görmekteyiz. Bunun ne olduğunu bilmeyen asistanlar var memleketimin güzel üniversitelerinde öğrenci, duy da inanma! Başta, kilisenin görünen kısmında pek fazla hasar yok demiştim ama işte bakın, bodrum katta dana gibi çatlaklar var imiş. Bir daha yineliyorum o zaman; ne kan akar bu çatlaklardan oluk oluk be!
Benim de çok konuşan hocadan bir farkım kalmadı mı? O halde son 5 dakikamızı kilisenin sorunlarını çok hızlı bir şekilde ele alarak geçelim.

Alt resimde görülen şey, cesetlerin gömüldüğü çukuru mühürleyen 7 gözlü taş. Gözleri oluşturan demir malzeme, her saniye üzerine şıplayan suyun da büyük katkısıyla çoktan korozyana uğramış vaziyette görülmektedir.

Bir diğer önemili hasar ise kilisenin cephelerinde bize göz kırpmaktadır. Trafiğe açık bir alan içerisinde konumlandığını söyleyebileceğimiz yapının gerek taş yüzeylerinde gerekse mermer yüzeylerinde kirlenme rahatlıkla görülebilmektedir. Özellikle başta karbon monoksit olmak üzere çeşitli gazlara maruz kalan mermer çörtende artık siyak kabuklanmalar oluşmuştur. Yapıya biraz daha yakından bakma fırsatını yakalayabilsek, belki yer yer bitkilenmeye bile rastlayabilirdik. Bu filmde değil ama kendi mimarimizden çok net bir örnek veren Çetin İnanç'ın Bilal-i Habeşi filminin şu sahnesine bir göz atabiliriz. Bakınız hem silmelerde yüzey kirliliği, hem soldaki kemerin yanında bitkilenme hem de izleyiciye en yakın kemerde birbirinden ayrılmış kemer taşlarını birarada tutmak için uygulanmış kenetleri ne kadar da açık ve net görmekteyiz. (Dini filmse mevzu bahis, na bu da dini film!)
Son olarak tarihi çevre içinde yeni yapılaşmaya örnek göstermekten de kaçınmayan filmimizde gördüğümüz giydirme cepheli yapı, tarihi yansıtmak suretiyle, kendi baskınlığını biraz olsun azaltmayı başarmış gibi görünmektedir. (Aman geyik bir tarafa, filmin nerede çekildiğini çok merak ettim ama bir türlü bulamadım. Ülke olarak %99 Almanya'da da, hangi şehirde?)
"Bir filmle restorasyona giriş" adı altında işlediğimiz bu dersimizi burada noktalarken, Allah vere de önümüze hep böylesine bereketli filmler çıksın diyerek, kendi kafamdaki çatlak ölçerleri kontrol etmeye gidiyorum.
LA CHIESA (1989)
Y: Michele Soavi
S: Dario Argento
O: Tomas Arana (kütüphaneci), Barbara Cupisti (Lisa), Asia Argento (yeniyetme haliyle, ki aynı zamanda filmden en karlı çıkan kişi rolünde)
Boş işler bunlar...