Tayvan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tayvan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16.11.09

TAYVANLI GİDORA/ GINSENG KING

1988 tarihli Tayvan yapımı nadide bir paçavra fantastikus filmle yeniden merhaba. Belki hatırlayan olur, Ginseng King veya Three Head Monster adıyla internette bile çok fazla yer edinmemiş filmi, bir önce yazdığım Horrible High Heels’in yönetmenlerini araştırırken bulmuştum. İşte bu yönetmenlerden Chan Wai On’un sinematografisini üstlendiği Ginseng King’i bulmak pek kolay olmadı doğrusu ama yılmadım. Önce, elbette torrent aradım. Şaşırtıcıdır, buldum da. Lâkin o torrenti yüklemek yıllarımı alacağından, filmin DVD’sini aramaya koyuldum. DVD’yi geçtim VHS’sini bile japon Amazon’unun dışında bulamadım. İmdadıma son zamanlarda sık sık yaptığım gibi youtubevari Çin siteleri yetişti ve muradıma erdim. Lâkin siteye yüklenen film, Japon video’sundan aktarılan, orijinal dilli ve japonca altyazılı çıktı. Elime koskocaman Kanji sözlüğümü alıp başladım seyreylemeye. Siz de çekinmeyin, buyrun lütfen; (Uyarı; tüm detayları-elbette anlayabildiğim kadarıyla anlatıyorum. Demedi demeyin, anne sözü dinleyin!)

Ormanda bir oğlan çocuğunun mantar toplamasıyla açılan film daha ilk dakikadan bombasını patlatıyor. Yolunmuş tavuk benzeri, kafa olarak niteleyebileceğimiz uzvunun tam tepe noktasında bir yaprak barındıran acayip yaratıkla karşılaşan oğlan, mantarları bırakıp yaratığı yakalamak için peşine düşüyor.


Bu esnada tırmandığı ağaçta, bir yılan tarafından ısırıldıktan hemen sonra yere düşüp bayılıyor. Ve işte ilahi ışıktan çıkıp gelen iyilik meleği Ginseng Kralı, oğlana hayat öpücüğü vermek suretiyle, onu hayata döndürüyor.


Oğlan onu görmeden geldiği gibi ilahi ışık içinde geri geri giderek kayboluyor. Çocuk eve döndüğünde olan bitenden habersiz, topladığı mantarlarla pişirdiği çorbayı annesine yedirirken, ormanın derinliklerinde başka olaylar meydana geliyor. Kara cübbeli iki kişi yoluk tavuğu kovalarken, aniden karşısına dikilen Ginseng Kralı karşısında korkan beyazlar içindeki kız, kaçmaya yelteniyor ama yuvarlanmaktan kendini alamıyor. Kıza, kötü olmadığını bir şekilde anlatan patlak gözlü Ginseng Kralı, anlayamadığım şeyler anlatırken, tavır değiştirerek “Sen ne şeker şeysin” deyip yanına sokulan kızdan şüphelenip tabanları yağladığı vakit, kızın yanına gelen cüppelilerin aslında kızın adamları olduklarını anlıyoruz. O an beyaz elbisesinden bir hamleyle kurtulan kız aslında Ormanlar Kraliçesi Jane değil miymiş?


Bu esnada, bizim yoluk tavuk bir işler karıştırırken, tabutun birinin içinden bir zombi fırlıyor ve çarptığı ağaca “Heil Hitler” bazlı selamını çakıyor. Nazi zombisi olduğunu öğrendiğimiz bu vatandaş, oğlanın evini basıp annesine saldırıyor.

Yardım getirmek için köşedeki tapınağa kadar giden oğlan dönene kadar, oğlanın anasını dişliyor. Oğlan eve Budist bir rahiple geldiğinde işler, seyirci için daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Zira biraz sakar olduğu görülen Nazi Zombi, çarptığı herşeye Heil Hitler diye yanıt verirken, kendisini oğlana ve budist rahibe karşı saldırısından koruyan yegane şey, budist rahibin svastikalı çantası oluyor.


Budist rahip, korkudan çantanın arkasına saklandığı an, svastikayla gözgöze gelen Nazi Zombi’yi, takdir edersiniz ki o meşhur selamından hiçbirşey durduramaz. Az biraz zaptettikleri zombiyi havaya uçurmak suretiyle yenilgiye uğratan ekibi, şimdi daha önemli bir görev beklemektedir; anneyi kurtarmak.

Tam da o an içeriye giren Ginseng Kralı, anneyi kurtarmak için kendisinden biraz yemesi gerektiği ile ilgili bilgi verir iken (biraz salladım), ‘Jane’ tarafından kaçırılır. Bu sırada devreye giren yaşlı bilge, oğlana, Ginseng Kralı’nı bulması için yardım edecektir. Birlikte yola çıkarak, “koca kulaklı” ve “koca gözlü” Kralların yanına varırlar. Bu iki taş kafalının evlere şenlik olduğunu vurgulamamın bilmiyorum gereği var mıdır? Zira, koca gözlü olan Ginseng Kralı’nın nerede olabileceğini araştırırken Mısır Piramitleri’nden girip, Amerikan yerlilerinden çıkarken-ki bunları dürbün gibi kullandığı gözleriyle görür, koca kulaklı olan ise dünyanın tüm seslerini duymayı başarır. Nihayetinde bu iki ‘koca’, Ginseng Kralı’nın bir dağa hapsedildiğini söyleyerek, oğlana ve yaşlı bilgeye pek yardımcı olurlar. Allah ‘g’ ile başlayan başka bölgelere ‘koca’lık vermesin. Âmin!

Oğlan ve yaşlı bilge, dağa varıp da tapınağa girdiklerinde, üstelik Ginseng Kralı’nı da buldukları an, cüppeli tarikat tarafından kıskıvrak yakalanarak hapsedilirler. Hücrelerine ziyarete gelen ‘Jane’, kötü karakterden 180 derecelik dönüşünü yaparak iyi karaktere geçer. Zira onun da annesi “Üç Başlı Canavar” tarafından hapsedilmiştir. Annesini kurtarmak için Ginseng Kralı’nı yakalamak zorunda kalmıştır. Oğlanın da annesini kurtarmak için Ginseng Kralı’nı bulması gerektiği hikayesi, vicdanında zonklama yapmış olacak ki hemencacık eriyiverir. Öyleyse, bu andan sonra yapılacak ilk iş, tapınakta tutsak olan kızın annesini kurtarmaktır. Hücrelerden birinde hapis olan annenin maaşallahı var doğrusu. Anasına bak kızını al diye boşuna dememişler(!).


Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerin Türk versiyonundaki cadı ile müthiş bir benzerlik çizen anne, film sonuna kadar attığı uyuz kahkakalarıyla seyirciye illallah getirtmeyi başarıyor, yalan söyleyemem. İpleri eline alan işbu cadı anne, Üç Başlı Canavarı yenmek için, Excalibur misali, dumanlar arasından çıkardığı büyülü kılıçla canavara saldırıyor ama başarıyı, korkunç görsel efektlerle, elbette ‘Jane’ elde edecektir. Yalnız Jane’i, Üç Başlı Canavar’ın başlarını koparması için galeyana getiren şey, az önce Ginseng Kralı’nın parça pinçik edilmiş olmasıdır. Büyük bir üzüntüye kapılan iyilerimiz, son hamleyle başları gövdeden ayırırken, koca gözlü Ginseng Kralı’ndan artan bir parça da oğlanın annesini kurtarmak için ortalıkta salınmaktadır. Yoluk tavuğa ne oldu diye soracak olursanız, zaten iyi mi kötü mü olduğunu bir türlü anlayamadığım o yaratığın akıbeti hakkında hiçbir fikrim olmadığını söylemeliyim. Allah vere de birilerinin sofrasında olmaya bari...



Alt metin olarak anne sevgisini işleyen bu nadide filmi, müthiş kılan öğelerini adına yaraşır şekilde üç ana başlık altında toplayabiliriz sanırım;

1. Canavar kostümleri
2. Görsel efektler
3. Ginseng’in faidelerini dünyaya tanıtan misyonu

Hadi bakalım. Grip salgınının dibe vurduğu şu günlerde hep beraber her derde deva Ginseng Çayı içmeye! (Bunu da uydurdum. Ayriyeten daha da zırvalayacağım ama vicdanım elvermiyor.)



Jedi Master vs. Üç Başlı Canavar

Not: Bazı fotoğrafları HKMDB sitesinden aldım, görüntüler çok kötü olduğu için. Filme gözatmak isteyenler de YOUKU 'ya bakabilirler. Ayrıca film, imdb'de Tayland yapımı gözüküyor ama ben Hkmdb'ye inanıyorum.

Three-Head Monster /Ginseng King 1988

Y: Ru-Tar Rotar

O: Ginseng Kralı, Koca gözlü ve kulaklı krallar, üç başlı canavar (hepsi gerçekti)

5.9.09

DÖĞÜŞÇÜLER KRALİÇESİ* / THE QUEEN BOXER


“I’ve got a woman, she rules my house with an iron fist”~ esaslı kadınlardan bir başkasının başrolde olduğu bir filmle, kung fu’ya kaldığımız yerden devam ediyoruz. 1972 Tayvan yapımı The Avenger adlı film, batıda daha çok The Queen Boxer olarak biliniyor. *'Döğüşçüler Kraliçesi' olarak çevrilen ismiyle video zamanlarında, Türk seyircisinin de uzak olmadığı, vurduğunu deviren abla Judy Lee yahut orijinal adıyla Chia Ling’in Balta Çetesi lideri tarafından öldürülen kardeşinin intikamını almasını anlatan film, görüldüğü üzere daha önce hiç işlenmemiş (!) bir konuya barnak basıyor. Her zaman yaptığım gibi, komşum Mükerrer Teyze’ye anlatır gibi, tane tane anlatmaya başlıyorum.

Stephen Chow’un sevdiğim filmi Kung Fu Hustle’dan aşina olduğumuz Balta Çete’sinin liderinin, sivri diliyle oldukça şakacı bir insan portresi çizen Ma Su Chen’in (Judy Lee) erkek kardeşini kanlı bir şekilde öldürmesiyle açılıyor film. Üstelik erkek kardeşin kan banyosu suratına zoom yaparken kameraman, çete lideri de hıncını alamamış olacak ki, kendisine ölü ama bir o kadar da devasa açıklıkta bakan gözleri çıkarmaktan kendini alamayacaktır. Kardeşinin hunharca katledilişinin haberini alan Ma Su Chen ise elbette, yaptığı küçük bohçasını koluna takacak ve soluğu Şangay’da intikamının peşinde alacaktır. Ma Su Chen, tüm öfkesini bohçasına dolduradursun, Balta Çete’sinin haraçlarından gına getirmiş Fan Kao To (Peter Yang Kwan), çeteye başkaldırmanın yollarını aramaktadır. Çete elemanlarına karşı oldukça cüretkar cevaplar verdiği görülen Fan Kao To, “Sen Allah mısın ki önünde eğiliyim?” bazlı konuşmalarıyla, öyle kimsenin karşısında iki büklüm olacak bir tip değildir. İşte bu iki karakter ilk defa bir lokantada karşılaşmışlarsa da birbirlerine pek de ısındıkları söylenemez. Zaten şimdilik ısınmalarına gerek yoktur. Zira filmin ortalarında yeniden ortaya çıkana kadar Ma Su Chen, kayıplara karışacak, “Bu kadın başroldeyse, niye öteki adamdan daha az görünüyor filmde? bazlı dedikodu sorusunu seyirciye sordurtacaktır. Pardon Mükerrer Teyze, biraz karmaşık oldu cümle galiba...


Ma Su Chen, yeniden ortaya çıkana kadar filmdeki aksiyon öğesini Fan Kao To, tek başına üstlenir. Böylelikle, yüklü miktarda çete elemanını da haklar. Ma Su Chen, tesadüf eseri izini bulduğu çete liderinin evini bastığında, Kill Bill’deki, Gelin’in Crazy 88 çetesiyle karşılaştığı an gibi, asma katın ahşap merdivenlerini sağlı sollu doldurmuş, elleri baltalı çete elemanları ile çatışmaya girecek, bu esnada sahneden geçmekte olan Fan Kao To da, fırsat bu fırsat deyip intikama ortak olacaktır. İki koldan, çeteye zayiat verdirmelerine rağmen, haince bir saldırıyla filmin tek avrupalı elemanından kurşun yiyen Fan Kao To, yaralı düşecektir. Fan Kao To’yu ortamdan uzaklaştırıp, bıçakla kurcalamak suretiyle kurşunu çıkaran Ma Su Chen, iki dakika ortamdan uzaklaştığında, Fan Kao To’yu bulan çete, bu defa işini temiz halledecek ve olmayan video jeneriğine kadar seyirciyi bu cillop giib adamdan mahrum bırakacaktır. İntikamın katmerlendiği an bu andır seyirci. Artık sabrının son noktasına gelen Pekin Operası çıkışlı Judy Lee, basma entarisinin düğmelerini çözüp, altındaki dövüş kıyafetini ortaya çıkararak finalde döktürmek üzere hazırdır. Üzerine üzerine gelen herbir baltalı elemanı, gözünü kırpmadan savuştururken, sona sakladığı çete liderini önce 3 baltayla mıhlayacak hemen ardından da, kardeşinin öldürülüş şeklinin aynısını çete lideri üzerinde uygulayacaktır. Biraz zorlanarak da olsa işaret ve orta parmağını hazırlayıp liderin gözlerine doğru hamle yapacaktır.
Ele dikkat! Gönül isterdi ki filmde de bu sahneyi görebilelim. Ayriyeten, afişteki cıbıl kadının Judy Lee olmadığı konusunda ısrarımı sürdürüyorum.
Oldukça kanlı başlayan film, pek de kanlı sayılmaz aslında. Onca fırlatılan baltaya rağmen, yeterli miktar kan çıkmayışın sebebi, Fan Kao To’nun da filmin bir sahnesinde söylediği “Şu an kıtlık zamanı” olmasından dolayı, insanların kansızlığına bağlanabilir mi, bilmiyorum doğrusu. Öte yandan, tatminkar uzunlukta iki güzel dövüş sahnesi, seyirciye kanı manı unutturuyor. Üstelik insanı kahkaya boğacak kadar çok miktarda zoom in-zoom out yapan yönetmeni tebrik etmek istiyorum. Genelde böyle kadın intikamcının boy gösterdiği filmlerde, siz de bilirsiniz ki kadın, başka şeyler de göstermek suretiyle sömürtülür ya, bu filmde boydan başka birşey göstermemesinin nedenini yönetmenin de kadın olmasına bağlayabiliriz sanırım. Yaklaşık 5 filmlik bir filmografiye sahip yönetmeni, ben yine de bir kenara ayırıyorum.
Videonun görüntüleri oldukça kötü olduğundan ve de fotoğrafla uğraşamayacak kadar üşengeç bir durumda olduğumdan bu defalık, az foto kullanıyorum. Kullandığım fotoğraflar da HKMDB’den.

CHOU / THE AVENGER (THE QUEEN BOXER)

Y: Florence Yu Fung-Chi

O: Chia Ling, Peter Yang Kwan, Lee Ying
~Nick Cave&The Bad Seeds-Jack The Ripper

11.8.09

EVLENME, KUNG FU YAP! / BRUCE KUNG FU GIRLS


Kız arkadaşlarım için çalışmaya devam ediyorum. Zira yine kız milleti için müthiş çıkarımlar yaptığım bir film söz konusu. 1977 Tayvan yapımı, başrolünde ‘deli’ ve bir o kadar ‘matrak’ abla Polly Kuan’ı barındıran filmde “ ‘Bruce’ adı ne ayak? diye soran izleyiciye, “Fetişik misin birader? 2’de 1 ayak mayak diyorsun…” derim çekinmem. Bana kalırsa-evet kalmaz- düpedüz kadın bir Bruce Lee klonu canlandırma durumu söz konusu da olsa, daha çok, Bruce Lee’nin adından medet umarak, filme daha fazla seyirci çekme taktiği gibi duruyor başlık. Halbusu Polly Kuan’ın oynadığı hiçbir film için böylesi taktiklere ihtiyaç olmadığını düşünüyorum ya neyse…


Feminizmin, literatüre geçmiş değil ama halk tarafından yapılmış tanımının, uygulamalı olarak anlatıldığı filmde, başta da söylediğim gibi siz kız arkadaşlarım için güzel şeyler çıkardım. Lakin bu güzelliklere geçmeden hemen evvel, el mahkum, birazcık konuya değinmem gerek.
Polly Kuan’ın başı çektiği beş kişilik kızlar grubu bir jimnastik+kung fu salonu işletmektedir. Polis müfettişi olan amcalarıyla çok sıkı fıkıdırlar. Yalnız kızların hepsinin Polly’nin canlandırdığı, dublajdan anladığım kadarıyla adı Julia olan karaktere abla ve polis müfettişine de amca demelerine rağmen, yaşadıkları şehirlerin başka başka olması, aralarındaki akrabalık derecesi konusunda kafamda acayip soru işaretleri oluşturmuştur. Çözebilen seyirci var ise, anlatsın, sevinirim… Yormayın beni artık, kafam kaldırmıyor… Kızlara biraz daha detayla yaklaşmak gerekirse, lider konumundaki Julia (Polly Kuan), hem güzel hem de vurduğunu kıran bir karakter çizmektedir. Haksızlıklara pabuç bırakmadığı gibi önüne çıkan herkesi de maşallah bir güzel benzetmektedir. Polly’nin dövüş sanatlarındaki yeteneğini seyircinin gözüne sokmaktan çekinmediği bir sürü sahneyle donatılmış filmin en vurucu öğesi ise türk filmlerini aratmayacak, fantastik bir özelliğe sahip olmasıdır. ‘Görünmez varlık’ diye tanımlanan birinin işbu görünmezliğinden faidelenerek yaptığı hırsızlıklar polis departmanını çok zorlamaktadır. Üstelik görünmemenin verdiği rahatlıkla, görünmez hırsız, bir sonra soyacağı yeri bile açıklamaktan çekinmez. İşte üzerinde hırsızı yakalayamamanın verdiği baskıyla, kung fu’cu kız çetesinin yardım teklifini geri çevirmeyen polis amcanın görünmeyen varlığı yakalama hikayesine, yeni geliştirdiği fizik formülünün kaymağını yiyemeden kötü adamlar tarafından kovalanarken, Polly tarafından kurtarılan genç ve yakışıklı fizik profesörü ile Polly arasında gelişen küçük de bir aşk hikayesi ekleyen filmin özeti budur. Öyleyse hemenCACIK beni en çok etkileyen öğelere geçiyorum;
1. DANTELLİ TELEFON
El becerisi gelişmiş kız arkadaşlarım için çok şık bir telefon değil mi alttaki, sizce de? Yıllar öncesinin, acil durumlarda kullanmak için pek de pratik olmadığı görülen çevirmeli telefonuna-üç numara çevirmek bile ne enerji harcatırdı bu telefonlarda- çok yakışmış bu danteli, hamarat olan, her modele yapar diye düşünüyorum.

2. KIZ ARKADAŞLARA NASİHAT
Amcanın ağzından bal damlata damlata, özellikle Polly’yi hedef alarak söylediği “Fazla sert olursan evde kalırsın” sözü, bugün dahi geçerliliğini koruduğundan, siz sevgili kız arkadaşlarıma küpe olması niyetiyle bir de ben tekrarlamak istiyorum; Fazla sert olursan evde kalırsın! Ne demişler “erkeğin sırıtanı, kadının kırıtanı makbuldur” (İkisi de benden uzak dursun o bana yeter).


3. TARİHİ ANALİZ
Dönemin feminist hareketine bakacak olursak, Hong Kong ayağını, direk olarak kızların ağzından duyduğumuz “Biz evlenmek istemiyoruz, kung fu yapmak istiyoruz!” ve yahut direk benim ağzımdan duyduğunuz “Evlenme, kung fu yap!” sloganlarıyla rahatlıkla özetleyebiliriz.


4. MİMARİ ANALİZ
Görünmez varlığın görünürden görünmezliğe geçtiği anı net bir şekilde izleyiciye sunan filmin söz konusu sahnesinin dekoru, mimari ile ilgilenen seyirciler için ilgi çekici olabilir. Mesela cam tuğladan bozma kabin, cam tuğlanın tarihine eğilme fırsatını yakalattı bana. 1900’lerin başlarında imal edilmeye başlanan cam tuğla, 20.yy’ın başlarında modern mimarinin kendine has elemanlarından biri konumunda. Söz konusu sahnedeki kıyafete ise değinme gereği dahi duymuyorum.

Sonuç olarak üç filmlik 'geniş' filmografisinde, feminist sinemada çığır(!) açmış bir yönetmenin (senaryo da kendine ait), yüce abla Polly'nin dövüş yeteneklerini en ince ayrıntısına kadar sergilemesini sağlamış, müthiş bir film dersem yalan söylemiş olurum. Öte yandan Polly Kuan gerçekten döktürüp, erkekleri de sapır sapır dökerken, seyirci, artık sen de fırıl fırıl kurt mu dökersin filmi seyredebilmek için, bilemem. En iyisi zamanında, bu filmi seyretmiş ağbi, ablalara sözü bırakmakta yarar var. Dünya daha 3G ile yeni tanışırken, ben, 6G ile tanışmanın şokunu yaşıyorum. Bütün G'ler mi bana karşı, anlamadım ki.............
WU JIAO WA /BRUCE, KUNG FU GIRLS 1977-TAYVAN
Y: Shut Yik
O: Polly Kuan (veya Kwan), Lui Ming, Betty Pei Ti, Elsa Yeung, Yeung San San

28.6.09

IS THIS MARE? / CHALLENGE OF THE LADY NINJA

Müstakbel damadının, Japonlarla işbirliği yaparak anavatanı Çin’e ihanet ettiğini düşünen Kayınbaba, vakitsiz öten horozun başı kesilir misali, sözkonusu şikayetini dile getirdikten sonra öldürülür. Bu esnada Japonya’da, (bizzat benim hayalim) ninjalık eğitiminin son sınavını veren ve halis muhlis “Ninja” ünvanı almaya hak kazanan kızıllar içindeki Wong Siu Wai, babasının öldürüldüğü haberini alınca atlar bir uçağa, istikamet doğru Şangay. Yalnız uçağa doğru atlamak üzere yola çıkmadan hemen önce , hocasıyla henüz vedalaşmışken, bir çinlinin ninja mertebesine yükselmesini içine sindiremeyen dojonun sırım delikanlısı, bıyıklı güzel , kıskanç ninja tarafından suikaste uğramışsa da, bıyıklının foyasını ortaya çıkaran yüce gönüllü usta (ki herkes yüce gönüllü olamaz), oracıkta bıyıklı güzele iki fiske de atmadan geçememiştir.
Wong Siu Wai, ‘80’lerin meşhur puantiyeli bluzuyla cenaze evine varıp gözyaşlarına gark olduğunda, üstelik katilin de nişanlısı olduğunu öğrendiğinde, intikam yemini edecek, bir teakwan-docu, bir erkek fatma ve bir fahişeden oluşan kız ninja ekibi kurarak bu yolda ilerleyecektir. Lakin gerçekler, gerçekten de göründüğü gibi midir, işte bu noktada sözü filme bırakmakta faide görüyorum (Farkettiyseniz son zamanlarda pek de spoiler yapmıyorum emme velakin bu tamamen tembellikten kaynaklanıyor, aklınıza başka birşey gelmesin).
1983 Tayvan yapımı The Challenge of the Lady Ninja veya diğer adıyla Chinese Super Ninja 2, uydurduğum türüyle (gerçekten varsa böyle bir tür cehaletime verin) tam bir ninjaxploitation. Hoş, kadın bir ninjanın mevzu bahis olduğu hangi film istis”mare*” değildir sevgili dostlar sorarım size? (Bu arada “mare” italyanca deniz anlamına gelir ve yazıldığı gibi okunur). Oldukça akıcı senaryosuyla pek de dandik bir film gibi durmasa da gülünç ötesi bazı sahneleriyle zihinlere kazınacak, istis”mare”ni sevsinler dedirten, başrol oyuncusu Elsa Yeung Wai San’ın da yer yer Meiko Kaji’yi hatırlattığı-ki başka kim var hatırlatabileceği zaten?- oldukça “80’ler” bir filmle karşı karşıyayız. İsterseniz (pardon ama istemesen de burda benim sözüm geçer, yok gene de istememekte ısrar edersen adios amigos durumu olur, bilemem!) işbu abidik end dı pek sevdiğim gubidik durumlara şöyle bir bakalım;

1. Kadın bir ninjanın en tehlikeli özelliğinin, kadınlığını kullanması olduğunu söylemiş olmalıyım bir yerlerde ya da milyonuncu kez sadece kafamdan da geçirmiş olabilirim emin olamadım. İşte alttaki sahnede bu özelliğini ve güzelliğini kara ninjaların dikkatini dağıtmak için kullanan Wong Siu Wai ablayı, önce kızıl ninja kıyafeti içinde, sonra kıyafetinden sıyrılmış halde görmekteyiz, ki filmin en başlarında rastladığım bu sahne beni filme daha da yaklaştırmadıysa ne olayım. Yalnız hatırlasanız Ninja The Final Duel filmindeki kadın karakterin cıscıbıl kalmasına rağmen ninjaların pek de oralı olmadığını yazmış ve abileri takdir bile etmiştim (yazmadıysam içimden etmişimdir, zaten hep içimden yapıyorum...)
2. Kız ninja ekibi kurulduktan sonra ekibin diğer iki üyesi antrenman yapmaya başlar lakin fahişe olan üyenin pek kondisyonu olmadığı alenen görülmektedir. Zira kendisi böyle elini kolunu hareket ettirip yorulacağına (efor harcamamak konusunda aynı ben), eline aynasını alıp cilveleşme talimi yapmaktadır (maalesef güzellik konusunda aynı ben değil. Ha, ben daha güzelim o manada şey ettim:p).
3. Hazır söz bu abladan açılmışken, kendisi kötü karakterin adamlarından birini öldürmek amaçlı yatağa atmaya çabaladığı sırada, adamın, kadının makyajlı suratını görüp, “Bu ne! Maymuna dönmüşsün, sil o suratını” diye bir çığırışı, kadının “makyajsız kadın olur mu a deve” (Bu laf bana mıydı? Alındım valla) diyerekten tüm karşı koymalarına rağmen, devenin kadının makyajını zorla bir silişi var daha ne anlatsam bilemedim. Hayır, şiddete karşıyız tamam da, adam da haklı diyeceğim, lakin bu cümle nereye gider işte onu bilemediğimden pek inandırıcı bir sahne olmadığından dem vurup, diğer bir gülünç sahneye geçeyim iyisi mi...
4. Ve filmin en mükemmel öğesi, Wong Siu Wai ablanın, kötü adamın kadın korumalarından biriyle, erkek izleyiciye şenlik çıkartacak biçimde ring içinde yağlara bulanarak güreştiği sahne. Özellikle ablanın o “el”li mayosu, izleyicinin gözlerini yaşartırken, bir dönem evli kadınların kocalarının aynı mayodan sipariş vermek içün moda evlerinin kapılarını aşındırdıkları rivayet olunur.
Hazır yaz tüm sıcaklığıyla bastırmışken, şehrin basık havasında denize gidemeyen bireyler olarak filmin verdiği çağrışımla uzaklara bakarak şöyle demek istiyorum: Is This “Mare”?
THE CHALLENGE OF THE LADY NINJA A.K.A CHINESE SUPER NINJA 2* 1983
Y: Leo Tso-Nam
Dövüş Kareografı : Peng Kong (bıyıklı, kıskanç ninja)
O: Elsa Yeung Wai-San (Wong Siu Wai), Peng Kong, Chen Kuan Tai (müstakbel damat), Sit Hon (kayınbaba), Kam Yin-Fei (taekwandocu ninja)
*Filmin adının Chinese Super Ninja 2 olması kafaları karıştırmasın. Zira bu film, bir devamı filmi falan değil. Five Element Ninja 'nın diğer bir adı olan Chinese Super Ninja'dan etkilenen filmin adını 2.siymiş gibi lanse etmekte beis görmemişler.


19.6.09

NINJA IN THE DEADLY TRAP

“Ne yazayım, ne yazayım” dedim, madem o kadar tezahürat yapıp sesimi kıstım, Yasuaki Kurata’nın oynadığı başka bir filmden bahsedeyim istedim.
El yazması bir ninja silahları kitabının sayfalarını çeviren koca bir el ile açılan film, bana aynen şöyle söyledi; “Merak etme. Birazdan bu silahların hepiciğini uygulamalı olarak göstereceğim!”. Tam da bu noktada romantik(!) kendim iki damla gözyaşı dökmüş, Yasuaki Kurata’yı görene kadar da filmi buğulu gözler ardından seyretmeme vesile olmuş idi. Bunun konuyla bir ilgisi yok tabii. Laf olsun, yer dolsun diye yazdım.
General Chi Chik Kuang ve adamlarına karşı, savaş alanında büyük kayıplar veren japon ninjalar (japon olduklarını belirtmesem olmazdı), generali öldürmek için harekete geçerler. Klasik bir “kimdir nedir bu ninja denen meret” söylemiyle, hareket eden film, ansiklopedi misali seyirciye ninja neymiş ne değilmiş anlatan bir format içeriyor bu noktadan sonra. İnsan bilmediği şeyden korkar misali ninjalara karşı “üç sanatın ustası”nı bulmak için yola çıkan generalin oğlu, ustayı bulur bulmasına ama yardımı ustadan değil, ustanın ayrı zamanlarda eğittiği ve her birine adı geçen üç sanattan birini bahşettiği, birbirlerini tanımayan üç öğrencinden alacaktır. Tabii öncelikle öğrencileri bulmak icab eder ki, hikayenin eğlenceli kısmının başladığı andır, zira sürekli bir ninja saldırısı da seyirciyi beklemektedir. Bir konudan daha alnımın akıyla çıktıktan sonra –bazen uydurduğum oluyor ne yalan söyleyeyim- gelelim diğer değinmek istediğim hususlara;
1981, 1982, 1984 ya da 1985 tarihli (farklı kaynaklarda farklı tarihler gözükmekte, ama 1981 olması mümkün görünmüyor, anlatacağım birazdan), Tayvan yapımı NINJA IN THE DEADLY TRAP, 5 Venom’un 3 tanesi olarak bildiğimiz Philip Kwok, Chiang Sheng ve Lu Feng’i, bebek yüz, epik insan Ti Lung ve benim için her daim yüce insan Yasuaki Kurata ile birleştiren, yönetmenliğini de 1982 civarında Shaw Brothers’dan ayrılan Venomlardan Philip Kwok’un üstlendiği, daha önce değindiğimiz Five Element Ninjas ve Five Deadly Venoms ’u konu açısından harmanlayan bir film. Five Element Ninjas’dan aşina olduğumuz kas öbeklerini bu filmde de bol bol görebiliyoruz ama Allahtan kıyafetler daha insani:). Ti Lung’un pek bir dövüş hamlesinde bulunmadan yalnızca karizmasıyla katkıda bulunduğu filmde, Yasuaki Kurata’yı ise ancak filmin ikinci yarısında görme şansına erişiyoruz. Ama bu durum Kurata hayranlarını şaşırtmayacaktır. Asıl şaşırtan şey ise Kurata’nın filmin finalinde bol bol frikik vermiş olmasıdır. Dostlar kikir kikir kıkırdamak istiyorum, izninizle.Sola Hizalasağdaki frikik'e dikkat!


Herneyse efendiler...Bağlamak gerekirse, gişede ‘istenen’ başarıyı yakalayamasa da asit haline gelip fokurdayan ninja, göz kamaştıran altın ninja, başka bir ninjanın, başarısızlığı karşısında harakiri yapışı, epik film müziği gibi özellikleri dolayısıyla ilgiyi hakeden bir film. Küçük insan, bak sen de abilerinin kaslarına, örnek al, bir karın, göğüs çalış ne diyeyim... Son olarak bir uyarı; kan man yok bu filmde arkadaşlar, isteyen başka kapıya...

Asitle kendini eriten imha eden ninja

Harakiri

önce altın ninjaların kıyafeteleriyle göz kamaştırması

Sonra "üç sanat ustası" öğrencilerimizin gözlerinin kamaşması anı

SHU SHI SHEN CHUAN / NINJA IN THE DEADLY TRAP (1984?-Tayvan) (Hero Defeating Japs)

Y: Philip Kwok

O: Lu Feng (üç öğrenciden biri), Chiang Sheng (üç öğrenciden ikincisi), Philip Kwok (üç öğrenciden diğeri), Ti Lung (general), Yasuaki Kurata (ninja lideri)

Boş işler bunlar...