29.4.10

HONG KONGLU KING KONG

Shaw Brothers'tan bir King Kong 'uyarlaması' The Mighty Peking Man, Ters Ninja'da okunmayı bekliyor. Yazıda bahsi geçen Shostakovich'e ait parça, altta gelene geçene selam ediyor... Çekinmeyin canım, aramızda goril mi var?



Aslında ben bu filmden sonra Evelyne Kraft'ın bir başka filmine, Batı Almanya yapımı Lady Dracula'ya taktım. Şans dileyin de bulayım...

27.4.10

LANET OLSUN DOSTUM! YİNE BİR GODFREY HO FİLMİNE BULAŞTIM!


Yoldaşlar, blogdaşlar!
İnsanlığı korumak adına, kötü filmlere tek başına maruz kalan asil ruhlar! Kendi varlığımı yok etme işlemini bu defa tetikleyen film, bir kere daha Godfrey Ho'nun o mübarek ellerinden çıkma. Üstelik uzun süredir romantik film seyretmeyi reddeden bünyeme, Tanrı'nın sağ eli gibi çarptı bu film. Evet yanlış duymadınız filmdaşlar! Godfrey Ho'dan romantik bir film seyrettim diyorum size! Kabus olsa inanılmaz işbu filme sizleri de bulaştırmanın şerefini bana bahşederseniz, yazı sonunda sizlere bir kıyak sözü veriyorum. Öyleyse Godfrey Ho aşkına, cehennemin dibini boylasın tüm mantık silsileleri!..

Görüldüğü üzere haddinden fazla ateşlenmişim gene. Ama sebepsiz değil. 60’ların çiçek çocuklarının çeşitli kimyasalları deneyimlediği gibi ben de 2000’lerin bir kimyasalını deneyimlemekteyim şu an. Dolayısıyla saçmalama limitini aşarsam affola. Zira her kış ‘hasta olsam da içsem’ diye, ayıptır söylemesi bir taraflarımı şişirdiğim bir ilaç, Tylolhot’ı içtim ve yazmak üzere lapırtopurumun başına kuruldum utanmadan. Tamam, bir Huxley filan olmam zor gözüküyor ama kim bilir dostlar, belki de yeni bir yeteneğin doğuşuna tanık olursunuz.

Uzun bir süre önce yesasia’dan aldığım 2 film birdenli DVD’lerden birindeydi bu film. Aradan o kadar uzun süre geçmiş ki, hangi filmi niçin aldığımı ben bile hatırlamıyorum. Dolayısıyla filmi dvd oynatıcıya taktığım zaman kapaktaki ismi dışında bana tüyo verecek pek bir şeyi yok idi. İşte ilk darbeyi de isminden yedim desem yalan olmaz, başım ağrımaz. Zira dvd kapağında Ninja Killer olarak gözüken filmin adı, jenerikte sıkı durun “Official Exterminator-Kill for Love” olarak geçiyor, iki dakika içinde meraktan imdb’ye attığım göz sonucunda bir başka isim, Ninja Knight Brother of Blood ile bir an önce kumandanın durdurma tuşuna basmamın akıl sağlığı açımdan iyi olacağının sinyalini veriyordu. Ama ben ne yaptım mazodaşlar, ha ne yaptım? B*k varmış gibi seyretmeye devam ettim. Bu arada ufak da bir not düşeyim, film açılır açılmaz ekranda görünün yönetmen ismi Raymond Woo, beynimde bir elektriklenme yapmamış, halbusu imdb’ye bakar iken asıl şoku yaşamış, fazla balık ve alık olan hafızamın bir oyununa gelmiştim. Milyon tane farklı ismi olan Godfrey amcam, bu defa Raymond Woo kisvesine bürünmüş, ikinci darbeyi bana böylelikle indirmişti.

Filmin konusuna geçeceğim elbette ama gururla söylemek istediğim bir özelliği var filmin; o da imdb’de filme tamıtamına 2 yıldız verildiği. Eh, insanlar da cevherin değerini biliyorlar doğrusu. Öyleyse kız arkadaşlarım mendillerini hazırladılarsa konuya değinmeye çalışayım, Godfrey amcamın bu kadın yüreğine ince dokunuşlar içeren filminin reklamını böylelikle yapayım.



Salih Kırmızı ile Nuri Alço karışımı bir adamın ekranda, “Rakip şirket, piyasayı sildi süpürdü. Böyle devam ederse, birkaç yıla kalmaz piyasadan silinip gideriz” temelli höykürmesine, bilgiç yardımcısı “Merak etme patron, rakip şirket sahibinin kızı yurtdışından geliyormuş. Eğer işe yeni başlayan elemanla kızı baştan çıkartabilirsek, şirketi ele geçirebiliriz” temelli hinliğiyle yanıt verir. Berbatın da ötesi oyunculuklara sahip bu batılı adamlar, bir müddet kameraya sabit bakışlar fırlattıktan sonra nihayet bloğumda bir ilki gerçekleştireceğim aşk hikâyesinin kahramanlarını tanıyabiliriz.

Esas kız, iş ve kalacak yer arayan, köyden şehre yeni gelmiş bir kızcağızdır. Her ne kadar saftirikmiş gibi görünse de bir o kadar cazgır olduğu da gözlerden kaçmamaktadır. Salih Kırmızı-Nuri Alço karışımı adam tarafından piyon olarak kullanılmak üzere seçilen eleman da tesadüf bu ya, evindeki bir odayı kiraya vermek istemektedir. İşte aşk hikâyesinin iki kumrusu böylece tanışır ve kızın eve taşınmasıyla birlikte kaynaşırlar. Oldukça idealist olduğu, gündüzleri iş için, akşamları da okul için çalışmasından anlaşılan esas oğlan ile kız arasındaki bu kaynaşma, kısa süre sonra, oğlanın görev icabı rakip şirketin yurtdışından yeni dönen sanatçı kızıyla yakınlaşması münasebetiyle bozulur. Yemeğini pişir, ütüsünü yap gör işte. Nankörlük parayla değil ya a dostlar! İşine fazlasıyla bağlı olan oğlan, iki kadını da aynı anda idare etmenin zorluğundan mıdır yoksa sanatçı kıza gerçekten aşık olduğundan mıdır o da yoksa sanatçı kızın parasının ağır bastığından mıdır, biliyorum abarttım ama yoksa tamamen iş aşkından patronuna iyi görünmek amacıyla mıdır nedir ben seçemedim ama evindeki kızcağızı sepetleme moduna girer. Buraya kadar film, jenerikteki ismi Kill for Love’ın içini dolduradursun biz gelelim diğer isim Ninja Killer’a.


Aşk hikayesi devam ederken araya Mike Abbot abi tarafından canlandırılan eski polis olduğu tahmininde bulunduğum, kinden ağzı burnu kısılmış bir adam kaynar. Loş ışıklı bir odada oturarak, geçmişin gözlerinin önünden geçmesine izin vererek seyirciyi de aydınlatmayı kendine görev bilmiş bu abinin derdi, yıllar önce haince katledilen ortağının intikamını almaktır. Çakmakla yaktığı elindeki fotoğrafa bizler de bakacak olursak hainin kim olduğunu rahatlıkla görebiliriz dostlar. Evet bakalım kimmiş?Cevap veriyorum; Salih Kırmızı-Nuri Alço görünümlü adam. Klasik iki koldan yürüyen bir Godfrey Ho filmiyle karşı karşıyayız ama darbeler bitmiyor, yavaş yavaş filmin bana vurduğu en ağır darbeye geliyorum.

Uzunca bir süre, aksiyonsuz bir aşk hikayesi olarak devam eden filmde, esas kız, tutkularına yenik düşmüş, saçlarını ve cazgırlığını savura savura adamı terk etmemekte direnirken, esas oğlan hunharca bir plan yaparak kızı bir kayık gezisine çıkarır. Evet mendilleri hazırlıyoruz yavaştan ablalar. Kıyıdan iyice uzaklaştıktan sonra kızla boğuşmak suretiyle suya düşürür ve yüzme bilmeyen esas kız kayıplara karışırken, esas oğlan yeni sevdiceğine doğru uzar.


Yeniden araya kaynayarak giren Mike Abbot abi, elinde katana ile talim ederken işte o ilahi an ile seyirciyi mest eder, zira ekrana alnında Ninja yazan civciv sarısı kıyafetli bir Ninja geliverir. Sıkı durun, film boyunca görülebilecek tek Ninja da bundan ibarettir. Zaten onun da ömrü fazla olmayıp, 2 dakika içinde Abbot abi tarafından avlanacaktır.




Tam küfrü basmaya hazırlanırken filmin ormantiklik unsuru yeniden ortaya çıkar ve esas oğlan ile sanatçı kız evlilk törenindeyken, esas kızın nikahı basmasıyla ortam şenlik alanına döner. Film, tam da burada kategori III filmlerine göz kırpar niteliğe bürünmüş hak yemeyelim. Esas kız çantadan çıkardığı uzun namlulu bıçak ile önce sünnet çocuğu görünümlü esas oğlanı, ardından da kendini defalarca bıçaklayarak mutlu aşk olmayacağının güzel bir örneğini sahnelemiş olur. Tüm bunları geçelim de benim asıl takıldığım nokta, esas kızın onca bıçak darbesinden sonra yığıldığı yerde, polis tarafından kelepçelenip, kameranın içine sokulan görüntüsüdür. Hong Kong polis teşkilatı, filme sponsor mu olmuştur acaba? Hong Kong Polisi Çalışıyor!



Filmi izlerken bende de ne azim varmış kardeşim, hâlâ bir başka ninjanın çıkacağı umuduyla çakıldığım yerden milim kıpırdamadım. Aşk hikayesi sona ermişti ermesine evet ama henüz Abbot abi, intikamını tamamına erdirememişti. İşte Salih Kırmızı-Nuri Alço görüntülü adam ile de silahlarla kapışan Abbot abi, elbette intikamını alacak, lâkin bunu silahın dipçiğiyle düşmanının kafasına vurmak suretiyle yaptığından benliğimde asla ve asla iyi anılmayacaktır!



Malum, kızlar aksiyon filmlerinden, erkekler de romantik filmlerden hoşlanmazlar. Ama gel gör ki Godfrey Ho amcam yapmış gene yapacağını, her iki türü de bir potaya sıkıştırmayı başarmış. Yalnız ‘eritmiş’ demiyorum dikkat buyurursanız. Sanıyorum yönermen bu filminde erkek seyirciyle dalga geçmiş, hepi topu bir tanecik Ninja ile kandırırken, kadın seyirciye de “Fazla tutkulu olma, bu erkek milleti biraz odun oluyor, anlamakta güçlük çekiyor” demiştir.


Görüldüğü üzere ilaç etkisini çoktan göstermeye başladı dostlarım (Bkz. Alttaki resim). Dolayısıyla kafam lapırtopura düşmeden yatağımda bir ‘bed’ duası okumadan hemen evvel, bir rutini gerçekleştiriyor ve Godfrey Ho’ya bir beddua okuyorum. Çınlasın kulakların ey Ho! Buda’ndan bulasın!..


NINJA KNIGHT BROTHERS OF BLOOD/ NINJA KILLER/ KILL FOR LOVE 1988


Y: Godfrey Ho -Bir Joseph Lai filmi


O: Mike Abbot, Betty Ching, Marcus Gibson

Not: Yazının başında belirttiğim kıyak, biraz daha uzaklaşacağımdı. Bundan iyisi de can sağlığı ama...

20.4.10

HONG KONG'LU AK SAKALLI DEDE

Pai Mei beni mi andı nedir bilmiyorum ama yatıyorum kalkıyorum, kendisi ile ilgili bir film yazmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Halkanın ilk filmi Shaolin Avengers’ı, Ters Ninja’da okuyabilirsiniz. Yine Ters Ninja’da, (doğru mudur değil midir bilmeden sırf içgüdüsel olmak kaydıyla) orijinal Pai Mei olarak kabul ettiğim Lo Lieh’li Executioners From Shaolin’i de bulabilirsiniz. Şimdiki filmimiz ise 1980 tarihli E.F.S’in sanki yeniden yapımıymış gibi kimi seyirciye göz kırpan, ama son tahlilde hiç de öyle olmadığı anlaşılan, kel kabak yakışıklı bir abimiz olan Gordon Liu’nun hafif kıvırtmak suretiyle döktürdüğü, oldukça matrak bir film olan Clan of The White Lotus.

Konu yine, Mançuryalılar, dolayısıyla da Qing Hanedanı tarafından yerle bir edilmiş Shaolin Tapınağı’nda yetişmiş iki bıçkın delikanlının intikam alması üzerine kurulu. Gordon Liu tarafından canlandırılan biri, kaplan tekniğinde usta iken, turna tekniğinde döktüren diğeri, birlik olup, 2’ye karşı 1 taktiği ile Pai Mei’yi tepelemek suretiyle öldürürler. “Haaa?” Dediğinizi duyar gibiyim ama heyecan yapmayın beyler bayanlar. Zira her ne kadar Pai Mei, filmin başında mefta olmuş da olsa, Clan of the White Lotus, Pai Mei’nin görünüşü sebebiyle, hık demiş burnundan düşmüş White Lotus adlı özbeöz göbekten kardeşini merkeze almış bir film.


Beyaz sakallı ve al yanaklı olduktan sonra ha Pai Mei, ha White Lotus ha da rüyamdaki ak sakallı dede olmuş sayın okuyucu, bana fark tıkmaz (Bkz.21.yy yeniyetmelerinin argosu). İşte, öldürülen kardeşinin intikamı için Qing güçleriyle işbirliğine giden White Lotus –kabuslarımın efendisi Lo Lieh tarafından canlandırıldığını belirtmem sizlerde temcit pilavı etkisi yaratır mı bilemiciğim- kendinden son derece emin tavırlarıyla lüks içinde yaşadığı malikanesinde, kendisine meydan okuyan yiğit Gordon Liu ile birden fazla defa buluşarak, seyirciye resmen şölen yaşatır. Üstelik tıpkı Executioners From Shaolin’deki kaplan tekniğinde usta olan baba karakteri gibi, White Lotus’a yenildiği her an yılmadan kung fusunu geliştirmek için çalışacak olan Gordon, bu esnada hafif bir cinsiyet ‘kıvırması’ yaşayacaksa da, komplekse kapılmadan bu durumun üstesinden gelecektir. Daha detaya gireceğim ama önce iyice bir White Lotus’a odaklanalım istiyorum.

Bu filmde, attığı kahkahası, salladığı sakalı ve malum yerinde oluşturduğu boşluğuyla ustalaştığı yakalama tekniğiyle, fantastiğin ötesine geçmiş bir karakter çizen White Lotus’a canlandırarak, karakterin kitabını yazmayı başaran Lo Lieh, aynı zamanda filmin yönetmeni. Daha önce Lo Lieh’nin yönettiği hiçbir filmi seyretmediğimden kelli bu konuda söyleyecek çok sözüm yok (palavra sıkıyorum, canım istemiyor resmen) lâkin ben, amcayı tebrik etmek isterim (Kendisi hâlâ hayatta olsaydı tabii). Her ne kadar kötü bir karakteri canlandırmış olsa da –ki sanıyorum Lieh’nin sinemada canlandırdığı karakterlerin %77’si kötüdür- bu filmde babacan bir yanı olduğunu es geçmemek lazım. Zira Gordon Liu, henüz tam ustalaşamadığı tekniğiyle ne zaman kendisine saldıracak olsa, ‘oğlan daha toy, öldürücü darbeyi hemen indirmeyeyim, biraz daha çatlasın sinirinden’ temelli bir ifadeyle, oğlanın yenildikten sonra gitmesine her seferinde izin verir. Efenim uzatmayayım, çünkü gene kattım karıştırdım ortalığı sanıyorum, o yüzden birazcık da güzel insan Gordon Liu’nun canlandırdığı karakterden bahsedip, sahne incelemelerimize geçsem, en hayırlısı olacağı kanaatindeyim.

Başta da belirttiğim gibi aslen kaplan stilinde usta olan Gordon Liu’nun canlandırdığı karakter (gönül isterdi ki her seferinde ‘canlandırdığı’ kelimesini kullanacağıma karakterin adını yazayım ama hiç uğraşamam şimdi adı neymiş diye bakmaya), Qing kuvvetleri tarafından yapılan bir baskın sonrasında turna stilinde kendisine eşlik eden arkadaşını kaybedince, arkadaşının dul kalan hamile karısı ile birlikte ortamdan uzaklaşma ihtiyacı hisseder. Bu esnada da White Lotus’tan intikam almak için kung fusunu geliştirmeye başlar. Kaplan tekniğinin yanına turna stilini eklemiş olsa da, White Lotus’un huzuruna çıktığında, kendisini yenilmekten alıkoyamaz.
White Lotus, öyle acayip bir teknik geliştirmiştir ki, kendisine karşı savrulan yumruklar, havada süzülen bu zatı ıskalamaktadır. Yenilgisinin ağırlığıyla eve geri dönen Gordon Liu, genç bir bünyeden beklenilecek davranışla, White Lotus’u yenmenin yolunu ararken, ölen arkadaşının eşi tarafından yardım görecek, kendini hafifleterek darbelerden korunmayı başaran White Lotus’un tekniğini ancak ‘kadın kung fusunun’ alt edebileceği gerçeğini, kadın, Liu’nun kafasına yerleştirecektir. Yalnız bu andan itibaren seyircinin ikiye ayrılacağını söylemek yanlış olmaz; kadın işleri yaparak ellerini yumuşatan ve bu uğurda kıvırtmayı özüne yediren Gordon’u takdir eden kadın bünyeler ve “böyle erkek olmaz olsun, sattı iki dakikada kung fu’yu” diyen erkek bünyeler. Kadın ve erkeğin ister istemez ayrı düşündükleri bir hayat klasiği ile sizlere veda ederken, Gordon Liu sizler için kıvırtıyor dostlar. White Lotus’tan intikam almak uğruna kıvırtmaya bile razı gelen, üstelik White Lotus’u jakuzisinde basmaktan da imtina etmeyen Gordon’u tebrik ederken, amcanın bu filmde aslında kel olmadığını, ama her nedense benim kafamda hep o parlak kabak kafasıyla yer ettiğini belirtmek isterim. Alakaya çay demle diyen 80’ler gençliğini ise “Ben hiç canlı dansöz seyretmedim beyabi, biliyor muydun?” mıyıklamamla bayarım acımam…

1. Kadın kung fusunda başarılı olabilmek adına ev işlerinde döktüren Gordon. Abi, bana da temizliğe gelsen nasıl makbule geçer!..
İğneye iplik geçirme sahnesi beni ta çocukluğuma götürdü sevgili seyirciler. Zira ömrüm annem için iğneye iplik geçirmekle geçti desem yeridir. Gözlerimin bozuk olmasını buna bağlarken, duygularım sel oldu aktı, boğulmayın, uzayın. Niye toplandın genç burda! Haydi evine! Naş!..
Belli ki Gordon Liu, kendini rolüne fazla kaptırmış.

2. Bu sahnede Gordon Liu ile karşı karşıya gelen oyuncuya şimdiden dikkatiniz çekmek istiyorum. Zira kendisi benim takıntı yaptığım bir oyuncudur. 70'lerin başlarından itibaren hep yan rollerde onlarca filmde seyirci karşısına çıkmış, ama illâ başrol oynayacağım diye bir kere bile yönetmenin başının etini yemediğinden, kendisine kısa süre içerisinde özel bir sayfa yapmama hak kazanmıştır.

3. Gelelim White Lotus ile olan özel sahnelere.

Gordon Liu, içeri çekme sanatında usta White Lotus'tan 'yoklama' alırken!

White Lotus'u jakuzi sefası esnasında dikizleyerek filmin sınıflandırmasını +18'e çeken Gordon Liu.

Ben senin bildiğin erkeklerden değilim diyerek Gordon'a tokadı yapıştıran White Lotus, namusunu kurtarırken!

4. Hayati noktalarını bularak White Lotus üzerinde kısa süre önce öğrendiği kanaviçe tekniğini geliştiren Gordon, ev ekonomisi dersinden 100 alarak mezun olmaya hak kazanmıştır.


5. Annemin torunlarıyla oynadığı 'cimcimcim' diye başlayıp nasıl gittiğini bir türlü hatırlayamadığım 'el' oyununun yetişkin ve kanlı versiyonu. "Ulan bir kere bile doğru dürüst bir Hong Kong filmi seyredemeyeceğiz mi be!" diyen bünyeler için.


Hong Wending san po bai lian jiao/ The Clan(Fists) of the White Lotus 1980
Y: Lo Lieh
Dövüş Koreografı: Lau Kar-Leong
O: Gordon Liu, Lo Lieh, Kara Hui

14.4.10

'BOŞLUKLARI' DOLDURALIM BEYLER!

Pai Mei'nin boşluklara zaafı olduğunu ortaya çıkaran ilk film, Shaolin Avengers ya da diğer bilinen adıyla Invincible Kung Fu Brothers (1976), Ters Ninja'da. Aman diyim, etrafınızı kollayınız!

10.4.10

GIALLO ESTETİĞİNDE KAYIP BİR HONG KONG FİLMİ

Aradım taradım ama hiçbir yerde bulamadığım yönetmen Ho Meng-Hua'nın elinden çıkma, 1978 tarihli bir giallo güzellemesi The Psychopath. Olası alternatif isimleri arasında Special Hand, Color Desire Kill Person King (birebir kelime çevirisi), Top Sexual Maniac Killer, The Mysterious Killer in Town bulunan filmle ilgili, Çin sitelerinde ve HKMDB'de, aşağıdaki lobi kartlarına rastladım sadece. Bir de Komakine'nin benim için yaptığı özel araştırmalar sonucunda filmin cidden kayıp olduğunu ve de Shaw Brothers filmlerini yayınlayan Celestial tarafından da fazla iplenmediğini öğrendim. En az benim kadar takıntılı ve bulana kadar yılmayan (ikimiz de biliyoruz eninde sonunda ayrı ayrı yılacağımızı ama o ayrı) Komakine ile aramaya devam! Gerekirse Shaw'a gitmeyen, "abi sizin kayıp bir filminiz varmış, biz bi karıştırsak?!." demeyen ne olsun! Elbette gören, duyan, bilen var ise makbule geçer dostlar. Kulaktan kulağa yayalım, şu aciz dostunuza ufak bir güzellik yapalım...

7.4.10

GEÇİYORDUM UĞRADIM; PASSING CHINA

Dünya dönüyor (şaşırdınız biliyorum) ama ben hâlâ aynı yerimdeyim dostlar. Malumunuz 2010 Türkiye'de Japonya yılı (ya da öyle birşey işte...), gel gör ki bendeki nasıl bir kayıtsızlıksa artık, film gösterimi hariç hiçbir etkinliği takip etmiyorum. Bu durumda, zamansızlığımın ve bittabi olan zamanımda da tembellik yapma hakkımı kullanmamın etkisi büyükse de, yine de kendimi ayıplamaktan alıkoyamıyorum. Üstelik "geldi nisan ayı, başlar film festivalı" adlı uyduruk manim beynimi zorlamaya başlamışken, buraları böyle suskun bırakmam iyi olmuyor biliyorum. O halde yavaş yavaş hızımı arttırmak adına geçenlerde yaptığım bir etkinliği şuraya sıkıştırayım diyorum.
Boş İşler Bakanlığı'ndaki makam koltuğunu, gelecek seçim döneminde kimseye yar etmeyeceğime dair sizlerin huzurunda söz verirken, tüm bu çerçöpün arasında kendimi yine Uzakdoğu etkileşimli bir sergi ziyaretine eklemlemeyi başardım. Tamamı Çin'in çağdaş fotoğrafçılarının birer ikişer işlerine ayrılmış 'Passing China' adındaki sergi, sağolsun kafamı birkaç gün meşgul etmeye yetecek içeriğe sahip (Kapasitem birkaç günün ötesine geçmeye müsait değil maalesef. Yoksa sergide bir kusur olduğundan değil).

Li Wei- Live at the high places 6

Beyoğlu'nda adını şu an hatırlamadığım (tembellik emareleri artıyor) bir kilisenin zamanında yemekhane olarak kullanılan tonozlu monozlu küçük bir yapısında yer alan ve Sanatorium Sivil Sanat İnsiyatifi tarafından açılan sergi, İstanbul'un gizli kalmış yapılarını görmeye can atan benim gibi bünyelere iyi gelecektir diye düşünüyorum ama o mekanın, bu sergi için çok da uygun olmadığını düşünmüyor da değilim. Şu an yazdıklarımdan algılanacak yegâne şey sanıyorum benim de ne yazdığım hakkında çok fazla fikrimin olmaması olabilir. Ben de bilemedim ki şimdi.

Geleyim sergiden bana kalan iki fotoğrafçıya. Biri yıkılan komünizm sonrası kapitalizm ve bilumum diğer 'modern' dünya şeytanlıklarıyla cebelleşen Çin'i, bol adrenalin yüklü temalarla sorgulayan Li Wei iken, diğeri, sergide kendisine Mao'yu odağına alan işleriyle yer almış, daha çok geleneksel Çin sanatıyla batıyı bir potada eriten (hep bu tabiri kullanmak istemişimdir) Pan Yue.

Li Wei-Xuan Xuan 10

Li Wei'nin birçok işine kendi sitesi http://www.liweiart.com/ dan ulaşılabilirken, Pan Yue'nin sergide olmayan ama internetten ulaşabildiğim son işlerinden birinden bazı çalışmaları aşağıya ekliyorum.




Sergi 24 Nisan'a kadar Beyoğlu Postacılar Çıkmazı [Ada Kitap-Cafe (!)'nin karşısı] No:18'de görülebilir.

6.4.10

KENDİMİ TAKDİMİMDİR A.K.A. GOZDILLA VS. HEDORAH

İdolüm, yenilmez anti-kahraman Gidora ve zaman zaman kendimi aynen böcek gibi hissettiğimden dolayı ister istemez kendisine yakınlık duyduğum Megalon’un hemen ardından, görür görmez kendimle özdeşleştirdiğim çöpten hallice bir canavar olan Hedorah ile Godzilla serisine devam ediyor, uzun süren sessizliklerle oldukça dinlendirdiğimi düşündüğüm beyinlerinizi, şişirmek üzere, vur-kaç taktiği olarak adlandırdığım ilk şokumu veriyorum a.k.a Paparazziler hazır olsun; Blog tarihimde ilk defa fotoğrafımı yayınlıyorum!
İlk şoku atlatanlarla (Ne? Sadece 5 kişi mi?) yola devam ediyoruz sevgili okuyanlar…

Hedorah karakterinin (ne biçim karakterse artık sorgulamıyoruz onu) bir Godzilla filminde ilk kez görünmesine rağmen tuhaftır, filmdeki oyuncuların, Hedorah sanki kırk yıldır varmış gibi bir tanışıklık içinde olmaları takdire şayan doğrusu. Kirlenen dünyaya ilahi bir uyarı niteliğinde, denizde ne kadar çerçöp, radyasyon varsa yiyerek büyüyen güzeller güzeli Hedorah (bana benziyor diye demiyorum), yaşamı tehdit etmeye başladığı an, bu defa kendi isteği doğrultusunda hareket eden Godzilla’yı karşısında bulacak, film, Godzilla’yı, insanoğlunu iplememesi gibi özellikleri dolayısıyla seven benim gibi bünyelerde hayal kırıklığı yaratacaktır.

Denizdeki bu değişimi, eciş bücüş olmuş balıkların izini sürerek izleyen bir bilim adamı ve veled-i zurna oğlunun etrafında döndüren filmin kendimce asıl bombası, filmin açılışından sonuna kadar fırsat bulduğu her an izleyicinin kulaklarını ‘dolduran’ şarkısı. Oyuncu Keiko Mari tarafından seslendirilen, “kuşlar balıklar hep telef oldu” alt metinli şarkının hedef kitlesi kim inanın bilmiyorum. Daha açık söylemek gerekirse, son derece çocuklara yönelik bir havayla seyreden şarkının icra ediliş şekli, 70’lerin dumanlı kafalarıyla fazla haşır neşir olmuş olacak ki, bu durumda film ekibinin tümünün kafalarının iyi olduğunu iddia ederim, çekinmem. Hoş dumanlı kafa derken aslında balıklı kafa demek istemiştim: Bkz. Alttaki foto…

Keiko Mari-Save The Earth (Hiç işim olmaz valla!)
Her neyse… Sonuçta kendi kendine gelin güvey olarak Hedorah’ya karşı siper alan Godzilla, elektrik vermek suretiyle Hedorah’yı ortadan kaldırmaya yeltenen askeri güce destek olacak, üstelik bunu yaparken ne olduğunu tam anlamadığım ama birleşerek çoğalma etkisi gösteren Hedorah’nın çoluğunu çocuğunu da ortadan kaldırarak sülaleye son verecektir. Bu esnada Godzilla, tıpkı bir önce değindiğim Godzilla vs. Megalon’daki insani dövüş hareketlerini sergilemekten de kaçınmayacaktır.
1971 tarihli, Hedorah’nın ilk defa Toho Stüdyolarını ziyaret ederek ekranlara çıktığı film, hepitopu 3 filmlik bir filmografiye sahip bir yönetmenin, Yoshimitsu Banno’nun elinden çıkma. Bu durum da sanıyorum, filmin neden böyle dandikus olduğunun yanıtını arayan seyirciye doyurucu bir cevap veriyor. Üstelik Keiko ablanın 2de1 ortaya çıkarak seslendirdiği “Kaese bıdıbıdı” diye başlayan şarkının sözlerini de yönetmen yazmış. İlk defa bir Godzilla filminde animasyon sahnelerin bulunması gibi ilke de sahip film. Ne kadar yermeye çalışırsam çalışayım Godzilla filmografisi içerisinde kendine has özellikleri barındıran sıra dışı bir film Godzilla tai Hedora.
Sizlere, "Hedorah'nın karnından doğan Hedorah" isimli, filmi seyretmeyenlere oldukça anlamsız gelebilecek ama seyredenleri, Godzilla'nın Hedorah'nın sülalesini yokettiği sahne dolayısıyla anlamın dibine vurduracak şarkıyla ve elbette filmden kırptığım sahnelerle veda ediyorum.

Yanılmıyorsam bu filmde Godzilla'ya hayat veren Bay Nakajima (evet adını unuttum!)

Keiko Mari ablanın aklıma durgunluk, cinsiyetim gereği cüzdanıma da kaşıntı veren süper elbisesi.
Siyah-beyaz fotoları internetten buldum ama hangi siteden buldum not etmemişim salak gibi. yuhalayın çekinmeyin... Ama büyük olasılıkla bir Japon sitesiydi...

"Denizden babam çıksa yerim" diyenler için geliyor; sıkıysa bunu yiyin!



Gün batımında romantik Godzilla...

Hedorah'nın özü; çer end dı çöp

Merivenden assolist gibi dökülen(!) Hedorah'nın pisliğine bulaşan minik kedicik. Filmin jeneriğine baktım "kediye zarar verilmemiştir" yazısı var mı yok mu diye ama birşey anlamadım. Bittiniz OOlum siz!

Sofradan yeni kalkmış Godzilla ağzının suyunu siliyor! Koskoca Godzilla'yı ne hale düşürdünüz boyu posu devrilesiceler!..

Çok fotojenik çıktığımdan bu fotoğrafımı da sizlerden esirgemek istemedim doğrusu.

Havagazı teknolojisiyle havalanan Godzilla a.k.a. Havan kime Godzilla?




Buna da yorum yapamiciğim! Yuh diyorum, daha ne diyeyim...

Not: Çok sevgili dostlar, keşke sizlere illallah getirtme pahasına daha uzun yazabilsem, ama şu sıralar ne vaktim ne de takâtim var. Dolayısıyla bir süre daha böyle yavaş tempoda ilerleyeceğim sanırım. O halde dağılalım ama arada bir ses verin yahu. Bu kadar da sinsi olunmaz ki!

Boş işler bunlar...