21.12.12

RÜYALARDA BULUŞURUZ


Fantastik bombastik rüyalar görmeye devam ediyordum. Hem akuşon (aksiyon) hem de gor gor (gore) sularında gezinen rüyalarımın gerçeğe yönelik hiçbir açıklaması olmadığını biliyordum. Gün içerisinde konuştuğum bir konu, üzerimdeki bir takı, vücudumdaki bitmek tükenmek bilmeyen ağrılar ve daha nicesi, bilinçaltımın karanlık dehlizlerine doğru aniden yığılıyor, gün yüzüne çıkmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı. Çoğu rüyam, tıpkı bu sabahki gibi birkaç günlük bir bilinçaltı tortusunun izi olarak tezahür ediyordu. Adeta gün içinde yaşadıklarımın sinematik bir versiyonu gibi geceleri tekrar eden seanslar halinde dönüp duruyordu. O gün tüm gün boyunca ağrıyan sol ayağımla yatağa girdiğimde, gizli bir karargahta ajanlık yapacağım aklıma gelemezdi elbette. Yüksek katlı yapıların merdivenlerinden bilmediğim yerlere çaktırmadan girmeye çalışıyor, bir aşağı bir yukarı telef oluyordum. Sonra bekleme salonunda aslında tanıdığım ama birbirimizi tanımamazlıktan geldiğimiz bir grup insanla sıralanmış otururken, ayağımın ağrısı öyle şiddetleniyordu ki, hafifçe hareket ettirmemle birlikte ayağım kesitine ikiye ayrılı vermişti. Sandalyeden kalkma isteğiyle dolan içimi bir türlü bastıramazken, hep bir şeyleri düşüreceğim korkusu tüm benliğimi sarmıştı. Ve işte o an sandalyeden kalkmamla ayağımın sağ tarafındaki koyu kırmızı yumruk büyüklüğündeki organ yere düşüverdi. Bir hışımla koşmaya başlamıştım. Gideceğim yeri biliyordum ama her zaman yaptığım gibi yol ayrımında yanlış sokağa girmiş ve yokuşun başındaki bir binanın tepe noktasındaki korkuluğundan aşağı doğru sarkmış idim. Ve heyhat! Geri dönmeye çalışırken ayağımdan dökülen tüm organlarım vücudumun hafiflemesine, bilhassa uykunun, o ölümle bir ağırlığından sıyrılarak ayılmama neden olmuş idi...   

17.11.12

KUREYON SHIN-CHAN DON

Aşağılarda bir yerde Pull&Bear'ın yazın Doraemon tişörtü çıkardığından bahsetmiş, ama henüz almadığımı yazmış idim. Pişman olup tişörtü almaya gittiğimde iş işten geçmiş, pişmanlığımı doyasıya yaşayabileceğimi anlamış, "Kader diyemezsin sen kendin ettin" parçası eşliğinde ufka doğru uzaklaşmıştım. Sonra geçen gün yine aynı mağazada Kureyon Shin-chan donlarını görünce bi kımıltı oldu bende ama, bu sefer de "Bi dona 25 tl verilir mi lan?" kaba nidası eşliğinde biraz da donun erkek donu olması hasebiyle yalnızca bakmakla yetindim. Velhasıl-ı kelâm pintilikte Varyemez'i geçtim desem yalan olmaz herhalde...
Son olarak blogumun ne yöne gittiği konusunda kafamın karışık olduğunu itiraf ederken, sizleri Shin-chan donları ile başbaşa bırakıyorum efendim (Bacakların konumuzla bi ilgisi yok efendim, sayfayı süslesin biraz)...

Bu da var bu da var...

25.9.12

DAVULCU DORAEMON



La popülasyon de Doraemon dans une petite ville... Çok gürültülü bir dezenformasyon...

9.9.12

HALF PIECE


Alışveriş merkezinin birinde, 1 lira otomatında kazıklandığımın anısıdır: Yarım One Piece...

3.8.12

BİR NİNJANIN TATİLCİ OLARAK PORTRESİ


Uzun yıllardır kıç üstü yatmalı bir tatil yapmamıştım. Uzun yıllar daha yapmayı da düşünmüyordum açıkçası. Tatil benim için, yılın %99’unu meşgul eden iş haricinde, ağırlıklı olarak kafamı başka bir “şeye” kanalize edebileceğim zaman anlamına geliyordu. Beynimi doldurmak uğruna ise maalesef vücudumu hunharca yormaktan kaçınmıyordum. Bu sene başı itibariyle 31 yaşıma girdim. 20’lerim iyi kötü geçti. 30’larımdan bir hayır bekliyor muyum, uzun uzadıya düşünebilir bir konu aslında. Ama kafamı gündelik hayatın yaş sorunsalı hayhuyuna bırakmayacak kadar “zekiyim”. Bunu “ha 25 olmuşum, ha 45!” aymazlığında da söylemiyorum. Elbette ortada bedensel bir gerçek var. 30’la birlikte başlamış kas-eklem ağrıları, belden bacak çekmeler, boyun tutulmaları, kadınsal hastalıklar vs. gibi uzun uzadıya bir liste oluşturulabilecek hastalık gerçekleri bunlar. Sonunda ölecek değiliz (lafın gelişi elbette, yoksa bu hastalıklardan ölüme götüren de olabilir, hem en kötü hastalık henüz gelmemiş olandır). Paragraf başı ile şimdiye vardığım nokta arasında anlamsal anlamsızlıklar varsa, geçirdiğim tatil işini görmüş, kafam biraz olsun boşalmış demektir. Ne mutlu bana…

Ne diyordum? Tatil anlayışımdan bahsediyordum. Gezmeyi severim ama yeteri kadar gezebilen biri değilim. Buna modern insanın korkaklığı da diyebiliriz sanırım. “Okuyom ben yaaa!”nın “Çalışıyom ben yaa!” formatı olarak da ifade edilebilecek bu durum, yıllık yalnızca 1 hafta olarak yapabildiğim bir tatil için oldukça açıklayıcı olacaktır diye tahmin ediyorum. Resmi olarak 2 hafta izin sürem var evet. Neden yap/a/mıyorum sorusunu ise şu an tartışamayacak kadar yorgunum. Bu yılki izin meselem, bazı nedenlerden dolayı (yolu saymazsak) 4,5 gün kadar bir süreyi kapsıyor. Komakine ile çok düşündük: bu yıl da bacaklarımızı hissetmeyene kadar yürüyeceğimiz bir “kültür” turu mu yapalım? Yoksa özellikle bu yıla has geçirdiğimiz özel yorgunluğu atmak için malak gibi yatalım mı? Sonra banka hesabımıza baktık. Sonra pasaport yenileme, süre uzatımı, vize vs. gibi yurtdışına çıkabilmek için gerekli ön koşullar için bok gibi para harcamamız gerektiğinin ayırdına vardık. Sonra cennet vatanımızın güzelliğine doğru bir yakınlaşma oldu aramızda. Ben sıcağı seven biri değilim. Övünmek gibi olmasın ama Karadenizliyim. Bizde “Yemek buldun yılış, sıcak buldun sıvış.” diye bir söz vardır. Tamam sözün özü bu olmayabilir ama işime gelen şekilde çeviremeyeceğimi kim söylemiş? Sözün özü yurtiçindeki olanakları karıştırmak için artık önümüzde hiçbir engel kalmamıştı.


Bunu uzatmadan anlatacağım. Zira bir acemi için yurtiçinde tatil yapabileceği kendine has bir ortam bulabilmek işkence gibi bir şey. Daha da ayrıntılı söylemek gerekirse, benim gibi insan düşmanı, çocuk pek sevmez, ortamda çalan rastgele müziklerden haz etmeyen  ve sıkış tepiş ortamlarda tam bir anti-sosyal gibi uyum bozuklukları gösteren biri için cehennemin ta kendisi desem yeridir. Böyle durumlarda alarm kolunu çekmeden hemen evvel, görmüş geçirmiş, çocuk sever biri olan ablam devreye girer. Bazen ne istediğimi çok iyi bilen biri olurum. İşte o anlardan birinde “Kıçımızın üstüne yatmak istiyoz” temelli isteğime süper bir öneri yapan ablam, olaya son noktayı koymuş, biz de Assos yakınlarındaki bir koyda, kendine özel bir mekana sahip bir motele doğru yola çıkmıştık.



Geldik, yattık ve ikinci günün sonunda popomda bir kımıltı oldu. Daha fazla yatamazdım. Evet, deniz güzeldi, içinde balıklar yüzüyordu, yemekler harikaydı, en önemlisi ortamda çalan rastgele bir müzik ya da odada televizyon yoktu. Etrafta koşuşup çığlık atan fazla çocuk da görünmüyordu. Yalnızca arada bir çıkıp sert esen rüzgar, insanı biraz bozar gibi oluyordu ama olsundu. Tüm bu güzellikler, kıçımı oturduğu yere daha fazla sabitlemek yerine, nedense harekete geçiriyordu. Hayırdı, evetti. Ulaşım kolay olmasa da yakındaki Assos’a gidilecek, buraya kadar gelmişken, o antik kent görülmeden geri dönülmeyecekti...

Arkası az sonra, belki yarın, belki de hiç gelmez...

28.7.12

DORAEMON TİŞÖRT

Pull&Bear'da görüldü. Önce ne alaka diye soruldu. Sonra Amerikan'ın Disney'i oluyor da Japonya'nın Doraemon'u neden olmasın diye mantık silsilesine oturtuldu. Sabah daha erken ama ben bir ölü kadar cansızım...
Tugba Keles

5.7.12

DRAGON BALL-Z TİPİ KAYMIŞ GOKU


Goku'nun tipi, South Park karakterlerine benzemiş. Damarlı Goku...

DORAEMON SAAT


Satıcı kız için mi dedi? Uzun süre suratına baktım. Bu aldıklarımın koleksiyon haricinde bir işlevleri olduğunu unutalı çok uzun zaman olmuş...

16.6.12

HINO TERUKO-NATSU NO HI NO OMOIDE


Teruko Hino'nun ismini ilk defa bu 45'lik ile öğrendim. Sanıyorum 1960'lı yıllarda aktif olarak şarkı söylemiş bir enka sanatçısı. Bu albümü 1965 yılında Polydor (SDR-1060) tarafından basılmış. Doygun ve yumuşak bir ses rengi var. Biraz daha ağır şarkılarda dinlemek isterdim doğrusu.





夏の日の思い出 45'liğinin ön yüzünde, 45'liğe adını veren Natsu no Hi no Omoide adlı parça var.



  Diğer yüzünde ise ワン・レイニー・ナイト・イン・トーキョー One Rainy Night in Tokyo adlı parça var.

CHIEMI ERI-KING RECORD 45'LİK

江利チエミ Chiemi Eri'nin (Daha önce başka bir vesileyle yazmışım şuraya) King Record'tan çıkan 45'liğinin çıkış tarihini bulamadım doğrusu. Chiemi Eri, kariyerine daha çok klasik Amerikan şarkıları seslendirerek başlamış. Bu 45'likteki parçalar, söz konusu bilgiyi destekler nitelikte. Aralara karışmış japonca sözleri duymak ise başlı başına bir zevk. Fazla yazacak şeyim yok, dolayısıyla doğrudan plaktaki parçaları dinleyebiliriz.









İlk parça 旅情のボレロ Milagros Del Cha Cha Cha;

 

2. Parça 旅情のボレロ Summertime in Venice;



3. Parça 裏町のおてんば娘 The Naughty Lady of Shane Lane



4. ve son parça ロックアラウンドザクロック Rock Around the Clock ama internette bulamadım.


7.6.12

TERS NİNJA GÜNÜ: AVRUPA SİNEMASI VE DİĞER FİLMLER ÜZERİNE







TERS NİNJA GÜNÜ: JAPON FİLMLERİ ÜZERİNE







TERS NİNJA GÜNÜ: HONG KONG-TAYVAN FİLMLERİ ÜZERİNE









TERS NİNJA GÜNÜ: FESTİVALLER ÜZERİNE







TERS NİNJA GÜNÜ: KİTAPLAR VE ÇİZGİ ROMANLAR ÜZERİNE





Boş işler bunlar...