
“Beni bir kedi lanetledi.” Tachibana yakuza çetesinin başı Akemi Tachibana tarafından, atıldığı kadınlar hapishanesinde sarfettiği bu cümleyle açılan filmi seçmem tesadüf değil elbette. Çünkü beni de bir kedi lanetledi. Hatta sadece beni değil maalesef yakın çevremi ve facebook üzerinden olmak üzere birçok tanıdığımı da lanetledi. Şantiyede acayip isimli bir kedinin peşine düşüp, yemeden içmeden kesilip, nerdeyse saatbaşı olmak üzere, gereksiz foto ve videolarla taciz ettiğim arkadaşlarımdan bu vesileyle özür diledikten hemen sonra filme devam edeyim diyorum.





Düşman çeteler arasındaki savaş devam ederken (bizi ilgilendiren yan bu değil zaten), Akemi’nin evinde cinayetler başgöstermiş, hapishanede edindiği o iyi dostları (bilmiyorum belirtmeye gerek var mı ama hepsi kadındır bu dostların), asılmak, cama yapıştırılmak (!) gibi çeşitli şekillerde öldürülmeye başlanmıştır. Akemi cinayetleri kimin işlediği mevzusunu çözmeye çalışa dursun, filmin ikinci bombası, rakip çetenin liderine yaklaşan kör bir kadın ortaya çıkmıştır.




Le Kambur Japonais
Malum kısa kesmek yiğitliğin şanındandır, biraz da Teruo Ishii abim hakkında yazıp, filmden karelerle ayrılayım.
2005 yılında hayata veda eden Teruo Ishii, sinemaya ilk olarak 1957 yılında televizyon için çektiği Sûpâ jaiantsu (nam-ı diğer Starman) dizisiyle başlamış. Daha sonra bu dizilerden 3-4 bölüm birleştirilerek 4 filmlik aynı adlı seri piyasaya çıkmış. Aslında, kısa yoldan japon süpermen’i diyebileceğimiz Starman’i, uzun süredir yazmak istiyordum ama kısmet bu filmeymiş. Acayip isimli kedimden ve de kış uykusuna yatma durumumdan fırsat bulabilirsem yazacağım, söz. Bu serinin ardından asıl macera, yakuza filmleri dönemi başlamış. Black Line ve Queen Bee And The School for Dragons, ilk dönem en önemli filmlerinden yalnızca ikisi. Sinema kariyerine Shintoho şirketinde başlayan Ishii, 1968’de Toho için bir dizi düşük bütçeli Grand Guignol filmleri (Shogun and the Three Thousand Woman, Joys of Torture, Hell’s Tattooers gibi) çekme fırsatını yakalıyor, ama ne filmler! (Valla seyrettiğimden değil!) 70’lerde yeniden yakuza filmlerine dönüyor yönetmen, ama bu defa kadın yakuzaların başı çektiği filmlere. Tüm bu filmografinin içinde japon korku sinemasının kendine has filmlerinden biri olan, Edogawa Rampo’nun hikayesinden uyarlanan The Horror of Malformed Man de kayda değer filmlerden bir diğeri. Edogawa Rampo demişken, kendisi Japonya’nın Edgar Alan Poe’su gibi bir yazarıdır. Hatta adı bile Poe’ya göndermedir. 'Gönderme' deyip artizlik yapmak istedim evet, aslında Edgar Alan Poe’nun, japonca okunuşudur. Böyle de güzel bir dildir japonca yaaa!Kaidan Nobori Ryu’ya (Blind Woman’s Curse), son kez gelecek olursak, aksiyonsa aksiyon, ucubelikse ucubelik, espriyse espri, işkenceyse işkence, kansa kan, kısaca ne ararsan var vatandaş! Üstelik Meiko Kaji’nin son albümünden şarkılar ve radikal bir finalle. Bakmadan geçme hanım abla! Çoluğa çocuğa olmaz tabii ama eşe dosta neden olmasın?


Yerinde olsam fazla dikkatli bakmazdım.


Olur da bloğa yanlışlıkla iktidara yakın hanım ablalardan biri girer diyerekten Japonya taraflarından farklı bir türban modeli göstermek istedim.

