30.7.09

ÇANAK ANTEN ÇAĞRIŞIMLI DEVIL FETUS

Dilim tutuk, elim felç! Tek bir sahne dolayısıyla “tembel” yaftasını tarafımdan acımadan yiyen bir yönetmenin, Hung Chuen Lau’nun orta karar bir filmiyle karşı karşıyayız. Ünlü bir sinema atasözü kötüler için “Yiğidi öldür, hakkını da ye” demiş ama yine de merhamet hesabı, yönetmene, görüntü yönetmeni olarak çalıştığı ve çok sevdiğim iki film (We’re going to eat you, Duel to Death) dolayısıyla “çalışkan” yaftasını da yapıştırmayı bilirim. O kadar da yüce gönüllüyümdür... (Hala giremedik filme!)
Tembel yaftasını yediği sahne
“Orta karar bir filmse, dilin niye tutuk?” diye soracak olan sivri insanoğlu, tüm bu şaşkınlık tek bir kelimeden, “kaynana” için kullanılan kelimenin kantoncada “nanay”gibi birşey olmasından ibaret. Büyük ihtimal, “Sağır duymaz uydurur, kör görmez soydurur” bazlı tamamen kendi doğaçlamam olan atasözü itibariyle böyle bir kanıya kapılmışsam da sen kapılma yeter. Eh, geçelim mi artık yavaş yavaş filme?
Kadın milletinin iki uyuz olduğum huyu var, sen de bilirsin; 1. Dantel mantel adı altında toptan örtü olayı, 2. Tabak çanak olayı. İlkini hiç anlayamadığım ama ıvır zıvır delisi biri olarak az buçuk anlam verebildiğim tabak çanak kategorisine ait yeşim bir vazonun, bir açık arttırmada, düpedüz göz kırptığı zengin bir kadın tarafından satın alınmasıyla açılıyor filmimiz. Zengin hanım abla, geniş aile olarak kocası, annesi, abisi, görümcesi (ya da elti, bilemedim)ve onun iki küçük oğluyla oturduğu modern mimari tarzda inşa edilmiş havuzlu konağına dödüğünün akşamı vazoyla pek bir yakınlaşıyor. Kadının üzerinde seyirciye kâh vazo kâh Oily Maniac misali, yağlı mağlı, ne idüğü belirsiz bir canavar kılığında gözüken bu “şey”, hanım ablayla işi ilerletirken, hanım ablanın iş münasebetiyle ta Japonyalardan dönen kocası odayı basar, gördükleri karşısında ve karısının kendisini aldatıyor olduğunun verdiği kıskanç koca tripleri dolayısıyla, yeniden vazo halini almış olan ‘canavar’ı yere atarak kırar. Kırar ama n’aptın be güzelim! Düpedüz kendine yaptın! N’oldu? Şeytani yaratık senin içine girdi ve haydi hop çıban mıban, kurtçuk yaptı, seni de korkuttu, beni de korkuttu... da, öfkeyle kalkmayıp az buçuk düşüneydin, içine şeytan kaçmış Exorcist’teki peder misali camdan atlayıp kendine de, şu zavallı seyirci parçasına-ki ben oluyorum- kıymayaydın. Neyse olan oldu, biz devamına bakalım.
Kocasının ölümünün ardından kısa süre içerisinde kendisi de ölümün soğuk nefesini içine çeken hanım abla Suk Jing ve kocası için ailesi cenaze töreni düzenler. Töreni yöneten Taoist rahip, bu iki ölünün aslında yarı ölü olduklarını, daha manalı söylemek gerekirse ruhlarının tam bir huzura kavuşmadığını, dolayısıyla hemen reenkarne olamayacaklarını söyler. Ruhları huzura kavuşturmak ve 12 yıl sonra yeniden reenkarne olmalarını sağlayabilmek için dualar hazırlar ve bildiğin sarı post-it’lere yazarak ölen çiftimizin fotolarının üzerine yapıştırıverir. Her zamanki gibi gereğinden fazla uzattığım filmin konusunu sıkıp suyunu çıkarmak icab ettiğinden hemen oraya geliyorum.
Bildik amerikan filmlerinde falan yılların geçtiğini belirtmek için altyazı olarak “bilmem kaç yıl sonra” diye bir ibare olur ya, işte bu filmde konuyu öyle güzel bağlamışlar ki, yazıya ne gerek var. İçinde “12 yıl” geçen cümlenin hemen ardından oğlan çocuklarının büyümüş halini kameralara yansıtan film bu işi başarılı bir şekilde, altyazıdan da feragat ederek başarmış işte! Darısı seyirciyi aptal yerine koyan filmlere diyelim, devam edelim.
Aradan yıllar geçmiş, evin annesi, ölen kızı ve damadı için sürekli dua eder vaziyette kendini dine adamıştır. Büyüyen oğlanlardan biri Kendo şampiyonalarına katılmakta, eve sürekli kupalarla dönmekte, diğeri yani küçük oğlan ise Alman kurdu köpeğiyle sevgi yumağı olmuş, oynamaktadır. Modern mimari tarzda inşa edilmesinin yanı sıra, aynı tarzda döşendiğine de şahit olduğumuz evin yeni bir misafiri vardır, o da Suk Jing’in Singapur’dan gelen üvey kızı. Laf aramızda filmin bu anına kadar adı dahi geçmeyen bu kızcağızı, konuyu bağlamak bâbında, filme güzel yedirmişler. Gençler arasında güzel bir aşk hikayesi doğarken aslında bir korku filmi anlattığının idrakına uzun bir aradan sonra yeniden varan bendeniz korku öğelerine değinmeye başlıyorum izninizle.
Üvey kızı, babanesinin dua odasına götüren büyük oğlan, kızın ölülerin odasına girmesine de izin verir. Bu esnada dua kağıtlarıyla üzeri kapatılmış Suk Jing’in fotosunu açmak için kağıtları kaldıran üvey kız cehennemin kapılarını aralamış ve şeytani varlığımızın yeniden faaliyete geçmesine sebep olmuştur. Yanan dua kağıdının külleri, evin köpeği Alman kurdu tarafından yenmesi ile kötü ruh(sen şeytani varlık da diyebilirsin ama ben bu andan sonra ‘kötü ruh’ da karar kılmış bulunuyorum), köpeğin içine girer ve bir olay esnasında büyük oğlana saldırır. Büyük oğlan köpeği öldürmek zorunda kalır. Köpeğin ölümüne çok üzülen ve içten içe abisine karşı hınçla dolan küçük oğlan köpeği mezarından çıkarırken, köpeğin içinden çıkan kötü ruhun, yunusların çıkardığına benzer halkalarla kendi içine girmesine engel olamaz. Konsomatris misali o beden senin bu vazo benim gezen kötü ruh da sonunda bir yerde karar kılmış, küçük oğlanı kâh kadın kılığına sokarak, kâh köpeğin içini yardırıp oğlana bağırsak mağırsak yedirerek, kâh oğlanı görünmez yaparak anasını yatak odasında tavana kaldırıp sonra da mıknatıs efektiyle eşyaların arasına sıkıştırarak ama tüm bunlar bir yana en güzeli, oğlanın babasının kafasını camla başka birşey arasına sıkıştırmak suretiyle patlatması gibi nadide bir seyir zevkini izleyiciye sunup, kötü giden seyrini ortalamaya çıkarmayı başarıyor.
Sonuçta hasetinden ikiye ayrılıp -daha doğrusu abisinin katanayla yarması sonucu- içindeki kötü ruhun vücut bulmuş hali yağlı canavarı ortaya çıkaran küçük oğlan maalesef öteki tarafı boylarken, her bir darbeyle kopan uzuvlarının yerine bir müddet yenilerini çıkararak dayanmaya çalışan yağlı canavar ise, en son kafasının kesilmesi ile nereyi boyluyor, inanın, bilemiyorum.
“Bir tarafına şeytan kaçması” alt türü olarak niteleyebileceğimiz filmin ilginç yanlarından biri, üçtür yazıyorum, modern mimarili bir evde geçmesi, yine evin arabasının ve köpeğinin dahi Avrupa menşeili olmasıdır. Alttaki sahne, ilgili seyirciye birçok filmi hatırlatacaktır diye düşündüm, ama buna düşünmek denirse tabii... Laf aramızda aslında alt metin arama meraklıları için insanın içinde iyiliğin ve kötülüğün bir arada bulunduğuna dair göndermelerle dolu filmde, senaryonun herşeyi sürekli ikiye ayırması (Bkz. Babanın kafasının ezildiği an, küçük oğlanın ikiye yarıldığı an vb.) bunun en büyük kanıtı değil de nedir? Biraz fazla kastım değil mi?
Filmin adı Devil Fetus, nedense kafamda Çanak Anten ve dev gibi bir cenin çağrışımı yaptı. Hatta böyle dev ceninin içinden çıkacak minik minik katil ceninlerin olduğu bir film seyredeceğim kanısına kapılmıştım. Niye diye soran olursa cevap verecek takatim yok valla, ne bileyim. Öyleyse bir iki film daha böyle korku türü takılıp, hemen ardından bir süredir ara verdiğim ninjalarıma geri dönmenin müjdesini(!) verirken, çin usulü zombi ordumu yaratmak üzere ıvır zıvır dünyama doğru gidiyorum.
Beğenmeyen olduysa buyrun tıklayın;

MO TAI / DEVIL FETUS 1983
Y: Hung Chuen Lau
O: Lo Pooi Pooi (Suk Jing), Shirley Lui Sau-Ling (üvey kız), Ngaai Dik (büyük oğlan)...
.

Hiç yorum yok:

Boş işler bunlar...