31.7.09

III.KATEGORİDEN TUHAF YAKINLAŞMALAR / DR.LAMB

Daha önce birkaç filmle değindiğim kategori 3 sınıflandırmasına ait yeni bir örneği bugün hep beraber yalapşap işleyeceğiz. Yalapşap, çünkü zamanım yok. Dedik ya çin usulü zombi ordusu yaratma peşindeyim diye. İşte bu sebepledir ki çalsın davullar zurnalar, siz de bayram edin.
Bu bloga girmiş filmler arasında Bunman: The Untold Story’deki polis şefi rolünde hatırlanabilecek olan Danny Lee ve karanlık olduğu kadar karamsar filmlerin yönetmeni Hing Sing Billy Tang tarafından ortaklaşa yönetilmiş 1992 yapımı Dr.Lamb, Lam Gor-Yu adındaki bir taksi şoförünün etrafında dönüyor. Senaryosu, 1982'deki gerçek olaylara dayandığı söylenen filmde Lam Gor-Yu rolünde Simon Yam’ı izlerken, Danny Lee de yönetmenliğin yanısıra, yine polis şefi olarak karşımıza çıkıyor. Hatta polis ekibinin bazı elemanları bile Untold Story’deki ekiple aynı.
Çocukluktan itibaren ailesi tarafından bile fazla sevgi görmeyerek, sürekli horlanan ve hırpalanan Lam Gor-Yu geceleri, Hong Kong’un o bilindik (nerden biliyorsak artık çaktırmayın) gece hayatının renkli sokaklarında taksi şoförlüğü yapmaktadır. Travmatik geçmişine rağmen hala ailesi ile birlikte oturmaktadır. Fotoğrafa ilgisi aşırı olduğu sezilen Lam Gor-Yu’nun başını da bu tutkusu yakmıştır zaten. Zira, tab ettirmek için fotoğrafçıya bıraktığı negatiflerdeki kadın bedenlerinden şüphelenen fotoğrafçının çırağı, olayı polise intikal ettirir. Gerçekten de pornografik denilebilecek fotoğraflardaki kadınların duruş stillerine bakılırsa, ölü oldukları her hallerinden bellidir. Bu durumda yapılacak tek birşey vardır, o da fotoğrafları çeken herifi bulmaktır. Fotoğrafçının karşı kaldırımına pusu kuran ‘yeterince’ becerikli polis ekibi, Lam Gor-Yu’yu yakalayarak karakola getirirler. İşte tüm film, Lam Gor-Yu’ya, işlediği cinayetleri ve nedenleri itiraf ettirmek ve bunlarla ilgili yeterli kanıta ulaşmaktan ibarettir, dersem ayıp etmiş olurum. Zira, her ne kadar konu bu kadar basit de olsa, filmi kategori üçe sokan nedir, işte ben de tam ordan anlatıyordum ki siz geldiniz...
Başlangıçta oldukça sakin duran ve hiçbir itirafta bulunmadığı gibi aksine fotoğrafları başkası için tab ettirmeye götürdüğünü söyleyen Lam Gor-Yu, kısa süre içerisinde, gerçek psikopat karakterini ortaya çıkaracak ve işlediği cinayetleri tüm ayrıntılarıyla anlatmaya başlayacaktır (Bu sahnelerde, polisin suçluya şiddet ve işkence uyguladığına dair küçük bir eleştiri de yok değildir). Küçük yaşta kaybettiği annesi dolayısıyla kadınlarla arasında, kızkardeşi ve halası tarafından hor görülmekten başka hiçbir ilişki olmayan Lam Gor-Yu’nun, kadınlara, ama özellikle ‘kötü’ olarak nitelediği kadınlara karşı işlediği cinayetleri anlatmasındaki tavrıyla, Lam karakterini canlandıran Simon Yam’ı “Nur ol abi!” diye bağrına basmak isteyen seyirci, bence iki kere düşün. Zira saykoya döndüğü anlardaki uluması hariç, öyle gerçekçi bir karakter çiziyor ki, korktum, tırstım, bi de pıstım yani. İşte baylar bayanlar, cinayet anının, mükemmel bir atmosferdeki(özellikle son cinayet sahnesi) sanatsal ayrıntılarını seyircinin hem gözüne hem gönlüne sokan film, bir Untold Story ya da Ebola Syndrome kadar vurucu gelmese de-bünyenin alışıklığından da olabilir, aslında hangisini önce seyrederseniz ona göre de değişir-yine de türe alışık olmayan seyirciyi yerlebir etmeyi başarır gibime geliyor.



Japonya'dan video kapağı

Elinde neşteri, önünde anatomi kitabıyla her yağmur yağışında işlediği cinayette mükemmelliği arayan, bu anları ölümsüzleştirmek için hem fotoğrafa hem de video sanatına başvuran ve sonunda gerçek aşkını, saf ve temiz olarak nitelediği bir kızı öldürerek kendi elleriyle yaratan, Nick Cave’vari bir seri katilin, şiddetin çeşitli dallarından nekrofiliye doğru uzanan hikayesini okudunuz. Kalbiniz temiz, bindiğiniz taksiler güvenli olsun. İyi günler...



Sayko katilin ve polis şefinin arasındaki ilişki ve son sahnede, hapishanedeki Kuzuların Sessizliği'ndeki Clarice-Lecter ambiyansı filmin ilginç ayrıntılarından (Alt foto). Hatta iddia ediyorum, nam-ı diğer k*çımdan uyduruyorum, filmin adı dahi bu filme gönderme değilse ben de ne olayım! Aradım taradım, hiçbir yerde katile neden Dr.Lamb adı takıldığı yazmıyor. Dahası, altyazı kurbanı da olabilirim bittabi ama filmde Dr.Lamb adı dahi geçmiyor. Tamam, neşter kullanması 'doktoru' aklar ama yine de Lecter'dan daha uzağa fırlatmaz tezimi. Tezimi tıkayan en önemli şey ise elbette Hong Kong filmlerinin ingilizce ismini hangi milletin vermiş olduğudur ki, onu da bilmeyeyim bir zahmet. Bence yeterince kasıp, beynimi zorladım. Hep birlikte gülelim o zaman...Hahaha... Haydi, asıl şimdi iyi günler...
GOU YEUNG YI SANG / DR.LAMB 1992
Y: Danny Lee, Hin Sing 'Billy' Tang
O: Simon Yam (Lam Gor-Yu), Danny Lee (polis şefi)

30.7.09

ÇANAK ANTEN ÇAĞRIŞIMLI DEVIL FETUS

Dilim tutuk, elim felç! Tek bir sahne dolayısıyla “tembel” yaftasını tarafımdan acımadan yiyen bir yönetmenin, Hung Chuen Lau’nun orta karar bir filmiyle karşı karşıyayız. Ünlü bir sinema atasözü kötüler için “Yiğidi öldür, hakkını da ye” demiş ama yine de merhamet hesabı, yönetmene, görüntü yönetmeni olarak çalıştığı ve çok sevdiğim iki film (We’re going to eat you, Duel to Death) dolayısıyla “çalışkan” yaftasını da yapıştırmayı bilirim. O kadar da yüce gönüllüyümdür... (Hala giremedik filme!)
Tembel yaftasını yediği sahne
“Orta karar bir filmse, dilin niye tutuk?” diye soracak olan sivri insanoğlu, tüm bu şaşkınlık tek bir kelimeden, “kaynana” için kullanılan kelimenin kantoncada “nanay”gibi birşey olmasından ibaret. Büyük ihtimal, “Sağır duymaz uydurur, kör görmez soydurur” bazlı tamamen kendi doğaçlamam olan atasözü itibariyle böyle bir kanıya kapılmışsam da sen kapılma yeter. Eh, geçelim mi artık yavaş yavaş filme?
Kadın milletinin iki uyuz olduğum huyu var, sen de bilirsin; 1. Dantel mantel adı altında toptan örtü olayı, 2. Tabak çanak olayı. İlkini hiç anlayamadığım ama ıvır zıvır delisi biri olarak az buçuk anlam verebildiğim tabak çanak kategorisine ait yeşim bir vazonun, bir açık arttırmada, düpedüz göz kırptığı zengin bir kadın tarafından satın alınmasıyla açılıyor filmimiz. Zengin hanım abla, geniş aile olarak kocası, annesi, abisi, görümcesi (ya da elti, bilemedim)ve onun iki küçük oğluyla oturduğu modern mimari tarzda inşa edilmiş havuzlu konağına dödüğünün akşamı vazoyla pek bir yakınlaşıyor. Kadının üzerinde seyirciye kâh vazo kâh Oily Maniac misali, yağlı mağlı, ne idüğü belirsiz bir canavar kılığında gözüken bu “şey”, hanım ablayla işi ilerletirken, hanım ablanın iş münasebetiyle ta Japonyalardan dönen kocası odayı basar, gördükleri karşısında ve karısının kendisini aldatıyor olduğunun verdiği kıskanç koca tripleri dolayısıyla, yeniden vazo halini almış olan ‘canavar’ı yere atarak kırar. Kırar ama n’aptın be güzelim! Düpedüz kendine yaptın! N’oldu? Şeytani yaratık senin içine girdi ve haydi hop çıban mıban, kurtçuk yaptı, seni de korkuttu, beni de korkuttu... da, öfkeyle kalkmayıp az buçuk düşüneydin, içine şeytan kaçmış Exorcist’teki peder misali camdan atlayıp kendine de, şu zavallı seyirci parçasına-ki ben oluyorum- kıymayaydın. Neyse olan oldu, biz devamına bakalım.
Kocasının ölümünün ardından kısa süre içerisinde kendisi de ölümün soğuk nefesini içine çeken hanım abla Suk Jing ve kocası için ailesi cenaze töreni düzenler. Töreni yöneten Taoist rahip, bu iki ölünün aslında yarı ölü olduklarını, daha manalı söylemek gerekirse ruhlarının tam bir huzura kavuşmadığını, dolayısıyla hemen reenkarne olamayacaklarını söyler. Ruhları huzura kavuşturmak ve 12 yıl sonra yeniden reenkarne olmalarını sağlayabilmek için dualar hazırlar ve bildiğin sarı post-it’lere yazarak ölen çiftimizin fotolarının üzerine yapıştırıverir. Her zamanki gibi gereğinden fazla uzattığım filmin konusunu sıkıp suyunu çıkarmak icab ettiğinden hemen oraya geliyorum.
Bildik amerikan filmlerinde falan yılların geçtiğini belirtmek için altyazı olarak “bilmem kaç yıl sonra” diye bir ibare olur ya, işte bu filmde konuyu öyle güzel bağlamışlar ki, yazıya ne gerek var. İçinde “12 yıl” geçen cümlenin hemen ardından oğlan çocuklarının büyümüş halini kameralara yansıtan film bu işi başarılı bir şekilde, altyazıdan da feragat ederek başarmış işte! Darısı seyirciyi aptal yerine koyan filmlere diyelim, devam edelim.
Aradan yıllar geçmiş, evin annesi, ölen kızı ve damadı için sürekli dua eder vaziyette kendini dine adamıştır. Büyüyen oğlanlardan biri Kendo şampiyonalarına katılmakta, eve sürekli kupalarla dönmekte, diğeri yani küçük oğlan ise Alman kurdu köpeğiyle sevgi yumağı olmuş, oynamaktadır. Modern mimari tarzda inşa edilmesinin yanı sıra, aynı tarzda döşendiğine de şahit olduğumuz evin yeni bir misafiri vardır, o da Suk Jing’in Singapur’dan gelen üvey kızı. Laf aramızda filmin bu anına kadar adı dahi geçmeyen bu kızcağızı, konuyu bağlamak bâbında, filme güzel yedirmişler. Gençler arasında güzel bir aşk hikayesi doğarken aslında bir korku filmi anlattığının idrakına uzun bir aradan sonra yeniden varan bendeniz korku öğelerine değinmeye başlıyorum izninizle.
Üvey kızı, babanesinin dua odasına götüren büyük oğlan, kızın ölülerin odasına girmesine de izin verir. Bu esnada dua kağıtlarıyla üzeri kapatılmış Suk Jing’in fotosunu açmak için kağıtları kaldıran üvey kız cehennemin kapılarını aralamış ve şeytani varlığımızın yeniden faaliyete geçmesine sebep olmuştur. Yanan dua kağıdının külleri, evin köpeği Alman kurdu tarafından yenmesi ile kötü ruh(sen şeytani varlık da diyebilirsin ama ben bu andan sonra ‘kötü ruh’ da karar kılmış bulunuyorum), köpeğin içine girer ve bir olay esnasında büyük oğlana saldırır. Büyük oğlan köpeği öldürmek zorunda kalır. Köpeğin ölümüne çok üzülen ve içten içe abisine karşı hınçla dolan küçük oğlan köpeği mezarından çıkarırken, köpeğin içinden çıkan kötü ruhun, yunusların çıkardığına benzer halkalarla kendi içine girmesine engel olamaz. Konsomatris misali o beden senin bu vazo benim gezen kötü ruh da sonunda bir yerde karar kılmış, küçük oğlanı kâh kadın kılığına sokarak, kâh köpeğin içini yardırıp oğlana bağırsak mağırsak yedirerek, kâh oğlanı görünmez yaparak anasını yatak odasında tavana kaldırıp sonra da mıknatıs efektiyle eşyaların arasına sıkıştırarak ama tüm bunlar bir yana en güzeli, oğlanın babasının kafasını camla başka birşey arasına sıkıştırmak suretiyle patlatması gibi nadide bir seyir zevkini izleyiciye sunup, kötü giden seyrini ortalamaya çıkarmayı başarıyor.
Sonuçta hasetinden ikiye ayrılıp -daha doğrusu abisinin katanayla yarması sonucu- içindeki kötü ruhun vücut bulmuş hali yağlı canavarı ortaya çıkaran küçük oğlan maalesef öteki tarafı boylarken, her bir darbeyle kopan uzuvlarının yerine bir müddet yenilerini çıkararak dayanmaya çalışan yağlı canavar ise, en son kafasının kesilmesi ile nereyi boyluyor, inanın, bilemiyorum.
“Bir tarafına şeytan kaçması” alt türü olarak niteleyebileceğimiz filmin ilginç yanlarından biri, üçtür yazıyorum, modern mimarili bir evde geçmesi, yine evin arabasının ve köpeğinin dahi Avrupa menşeili olmasıdır. Alttaki sahne, ilgili seyirciye birçok filmi hatırlatacaktır diye düşündüm, ama buna düşünmek denirse tabii... Laf aramızda aslında alt metin arama meraklıları için insanın içinde iyiliğin ve kötülüğün bir arada bulunduğuna dair göndermelerle dolu filmde, senaryonun herşeyi sürekli ikiye ayırması (Bkz. Babanın kafasının ezildiği an, küçük oğlanın ikiye yarıldığı an vb.) bunun en büyük kanıtı değil de nedir? Biraz fazla kastım değil mi?
Filmin adı Devil Fetus, nedense kafamda Çanak Anten ve dev gibi bir cenin çağrışımı yaptı. Hatta böyle dev ceninin içinden çıkacak minik minik katil ceninlerin olduğu bir film seyredeceğim kanısına kapılmıştım. Niye diye soran olursa cevap verecek takatim yok valla, ne bileyim. Öyleyse bir iki film daha böyle korku türü takılıp, hemen ardından bir süredir ara verdiğim ninjalarıma geri dönmenin müjdesini(!) verirken, çin usulü zombi ordumu yaratmak üzere ıvır zıvır dünyama doğru gidiyorum.
Beğenmeyen olduysa buyrun tıklayın;

MO TAI / DEVIL FETUS 1983
Y: Hung Chuen Lau
O: Lo Pooi Pooi (Suk Jing), Shirley Lui Sau-Ling (üvey kız), Ngaai Dik (büyük oğlan)...
.

27.7.09

SÖZLERİN YETERSİZ KALDIĞI BİR FİLM; BOXER'S OMEN

İşte deli işi filmlerden bir başkası daha. Yönetmen koltuğunda (sandalye de olur, bana ne! Nerde rahat ediyorsa artık) yine Kuei Chih-Hung ve onun acayip fikirleri.

Envai çeşit hayvanın, kara büyü odaklı filmde arz-ı endam eylediği, ama içlerinden en çok yarasaların ön plana çıktığı Boxer’s Omen akıllara zarar film kategorisine, birinci sıradan girmeye hak kazanmış bir film. Herşey normal bir hikayeyle başlar. Kickbox müsabakalarında karşı karşıya gelen Hong Kong ve Tayland’lı dövüşçüler adrenalini bol bir maç çıkartırken, Hong Kong’lunun dövüşü kazanmasını gururuna yediremeyen Tayland’lı, itlik yaparak, şampiyonu beklemediği bir anda gafil avlayıp, felç olmasına sebebiyet verir. Hong Kong’lu dövüşçü, intikamını alması için kardeşini kışkırtırken, aslında Philip Ko tarafından canlandırılan kardeş Chan Hung'un, ne olduğu tam olarak anlaşılamasa da, yasadışı işlerle içli dışlı olduğu görüldüğünden, kışkırtılmaya pek ihtiyacı yok gibidir. Dolayısıyla intikamını almaya dünden razıdır. Henüz intikamı için Tayland’lı dövüşçünün peşinden Tayland’a doğru yola çıkmadan evvel, kendisine birkaç kere hem rüyasında hem de gündüz gözüyle görünen ak sakallı olmayan ama parlak kel kafalı Budist rahip, Chan Hung’un kafasını karıştırmıştır. Ama uhrevi hayata karşı pek ilgisi olduğu görülmeyen Chan Hung, bu durumu pek kaale almadan doğrudan Tayland’a havalanır.
Gider gitmez, Tayland’lı dövüşçüyle birbirlerine meydan okuyup, üç ay sonra dövüşmek için randevulaştıktan hemen sonra, Venedik misali, Tayland’ın kanallarında gezerken, rüyasında kendine görünen sembolü, bir Budist tapınağının çatısında görünce, gezisi mistik bir havaya bürünür ve tapınağı ziyaret etmekten kendini alamaz. Buraya kadar normal bir hikaye gibi seyreden senaryo, işte bu andan itibaren müthiş bir 162 derecelik dönüş yaparak, çok afedersiniz "oha" dedirtmeyi başaracaktır.

Bunu görüp de 'oha' demeyen benimle konuşmasın!



Tapınağa girer girmez, uzun zamandır gelmesinin beklenildiğini söyleyen bir rahip tarafından karşılanan Chan Hung, bu olan bitene pek anlam veremese de, kısa süre içerisinde, rüyasında gördüğü rahibin bir önceki hayatında kardeşi olduğunu, Taylandlı bir karabüyücüyü durdurmak isterken yine kalleşçe bir hareketle öldürüldüğünü, eğer kısa süre içerisinde intikamını almazsa bu lanetten kendisinin de nasibini alacağını ve öleceğini öğrenerek, ister istemez saçları kazıtıp rahip olur ve delimaynak bir Taylandlı büyücüyle karşı karşıya gelir. Buraya kadar bile o kadar zor anlattım ki, dilerseniz filmden bizzat sizler için kırptığım bir bölümü beraber seyredelim. Karabüyücü ile ilk budist rahibin kapışma anı;

En sevdiğim sahne

Chan Hung, işte böyle böyle birkaç kere Taylandlı karabüyücü ve büyücülerle, hem uhrevi hayatta reenkarnasyon kardeşinin hem de dünyevi hayatta kickboxcu kardeşinin intikamını, araya bir mistik Nepal gezisi de ekleyerek, bir şekilde almayı başaracaktır. Yalnız bu işi, her zamanki iğrençliklere müthiş eklemeler yaparak seyirciye sunacaktır. Başkahraman kurtçuklar, sonracığıma sevdiğimiz iç organlar, ondan da sonracığıma yenilip kusulup, sonra bir daha yenilen ne idüğü belirsiz lokmalar, karnı yarılan bir timsahın içine yerleştirilen karabüyücünün cesedinin fettan bir kadın büyücü olarak reenkarne olması, onun da hemen ardından üç karabüyücüyü cenin olarak içinden fırlatması gibi yazınca bile göze abuk ötesi gelen ama şu yazdığımın filmin 1/3'ünü bile doldurmadığı bir şölen seyirciyi beklemektedir.

Budist rahip işe yaramayınca devreye giren Aksakallı dede (Bana bakma valla ben de şaşkınım)

Torrent’i bile zor bulunan filmi Asianhorror online izlemek için siteye eklemiş. Bence ayda yılda bir kendinize bir iyilik yapın, bildiğiniz anlamdaki kaliteli filmleri bir kenara bırakın ve bu filmi izleyin. Kaldı ki Hong Kong yapımlarına göre oldukça kaliteli bir film bu. Absürd ötesi sahneler içermesine rağmen hiç de kötü değil. Deneyin, pişman kalan olursa, telafi etmek için 1 hafta hiçbir film yazmayayım şuraya... (Söz konusu sitede ayrıca bir altta sözünü ettiğim Corpse Mania izlenebilir. Dikkatli göz yine Shaw Brothers klasiklerinden başka filmler bulma şansını da yakalayabilir...)

Şiki şiki bağbağ, haydi haydi yağma... Hö? Ne? Kıvırtın kızlar...


Boşuna ne olduğunu anlamaya çalışma, zira anlamaman hayrına olacaktır...

Ay mıncıklamayın artık ya!


MO / BOXER'S OMEN 1983

Y: Kuei Chih-Hung

O: Philip Ko, Lin Hsiao-yen, Wei Chia-wen

26.7.09

KURTÇUK DELİSİ / CORPSE MANIA

1981 tarihinden bir Hong Kong serikatil-polisiye öyküsü dinlemek isteyen yamacıma gelsin. Hö? Bir ben miymişim?.. Aman ne kadar da istekliymişim!.. Uzak durun, tamam... Ama bilin ki intikamım pis olacak hülayn!..
The Killer Snakes’in yönetmeni Kuei Chih-Hung’un, pek de normal olmadığını kanıtlayan başka bir Shaw Brothers, korkudan ziyade polisiye-gerilim filmiyle daha başbaşayız. Ama şikayetçi değiliz. Bu defaki mevzumuz pek de hoş karşılanmayacağını bile bile yazmaktan çekinmeyeceğim nekrofili bir serikatil etrafında dönüyor.
Mahalleye yeni taşınan çin pardesüsü, şapka, beyaz atkı ve güneş gözlükleri ardına saklanmış gizemli bir adamın, mahallenin dedikoducu teyzelerinin dikkatini çekmesi uzun sürmez. Eve taşındığı esnada görülen yatalak karısı, mahallelide önce şefkat uyandırdıysa da, kısa süre sonra adamın evden hiç çıkmaması, komşulardan birinin hasta kadınla adamın mahremiyetini dikizlemesi ve son olarak da evden yayılan koku, şefkati şüpheye çevirecek ve eve yapılan baskınla özlediğimiz ceset üzerindeki kurtçuklara bir kez daha “merhaba” deme şansını yakalamış olacağız.


Evi kiralayan Li Zhengyuan adlı adam kayıplara karışırken, olaya el koyan polis müfettişi, dönemin Hong Kong filmlerinden beklenmeyecek bir dikkatle, araştırmaya başlayacak, nekrofili serikatilin daha önce de buna benzer vukuatları olduğunu öğrenerek, katilin peşine düşecektir.
Polis müfettişi araştırmasına devam ede dursun, seyirci sözde katilden çok uzak kalmayacak, onunla birlikte yeni kurbanının mekanına, Zui Hong Zevk Evine gidecektir. Evin işgüzar olduğu her halinden belli olan mamasından, hasta bir kızı 500 dolar karşılığı satın alan Li Zhenhyuan, kızı muayene etmesi için doktor bile getirecektir. İşbu sahnelerde sözde katile sempati beslememek elde değildir. Nörotikanın seyirciyi buyur ettiği sahneler de, kurtçuklardan hemen önce, işte tam bunlardır. Bu sahnelere, seyirciden başka şahit olan biri daha vardır. O da zevk evine içki getir-götür işleriyle uğraşan çıraktır. Hasta kızın aynı şekilde ölü bulunmasıyla, polis doğru iz üzerinde, yani Li Zhengyuan’ın katil olduğundan son derece emin, tüm kolluk kuvvetlerini o yöne kanalize etmiştir. Buna rağmen, zevk evinde kızlar birer birer katledilmeye başlanmış, öte yandan işin içine para kokusu da yayılmıştır. Peki katil gerçekten Li Zhengyuan mıdır, yoksa yönetmen seyirciyle düpedüz oynamakta mıdır? Akıllıca ipuçlarıyla seyircinin dikkatini hep üst seviyede tutan yönetmeni kutlamak istiyorum, her ne kadar yaklaşık 15.dakikada olayı az buçuk çözsem de, ama buraya nedeni yazıp berbat etmek istemedim. Biliyorum can atıyorsunuz bu filmleri izlemeye (!)...
Yeni bir Magritte vakası mı?

Serikatil Li Zhengyuan’ın giysisi , bana Galaxy Express 999 ’teki bir karakteri hatırlatmışsa da, "N'Alakay?" demeden evvel ikinci bomba mı da patlatayım, iyice işin suyunu çıkardığımı düşünerek, tenezzül bile etmeyin sorgulamaya. Filmin gerçek katil mevzusu, (üzgünüm ama)bana düpedüz Mario Bava ’nın Blood and Black Lace ’ini (1964) hatırlattı.

Eh, o halde, yıllar sonra gidip bir Cannibal Corpse patlatmanın zamanı gelmedi mi?
SI YIU / CORPSE MANIA (1981)
Y: Kuei Chih-Hung
O: Tanny Tien (mama), Wang Jung (polis müfettişi), Eric Chan (Li Zhengyuan)
Boş işler bunlar...