31.5.09

ÇEKİK GÖZLÜ ALIEN / SEEDING OF A GHOST

Sıradan bir gerilim filmi gibi bir taksicinin, arabasıyla bir büyücüye çarpması ve lanetlenmesi ile başlayan filmimiz, ilerleyen dakikalarda, erotik (her zamanki ifademle nörotika) unsurlarla süslenmeyi de bilip, taksiciyi kaba tabirle boynuzlayan karısının tecavüze uğrayarak öldürülmesiyle polisiye bir çizgiye kaymışsa da, iki dakika sonra karısının cinayete kurban gitmesine rağmen polisin ‘her zamanki’ duyarsızlığı neticesinde, intikamını kendi başına almak için filmi aksiyon boyutuna çeken ve önüne gelene sopalarla girişen taksicinin, yine de intikamını almayı tam beceremediğinden dolayı, bir kere daha büyücüyle karşı karşıya gelip, ölen karısını kara büyü ile mezarından dirilterek filmi de korku türüne yaklaştırdıktan hemen sonra, artık korku ve gerilimi sürekli aynı hizada tutarak, son noktayı da yaratık unsuru ile koymayı bilen film, beyinlerde müthiş etkiler bırakmayı başarıyor. Böylesine uzun ve yer yer anlam hatalarına yol açabilecek koca bir paragrafla da aslında kısa yoldan filmleri katletmeyi ben de biliyormuşum demek ki, değil mi? Tezat adamıyım vesselam. Bakınız aynı cümle içinde hem uzunu hem kısayı kullanmışım gene. Aman neyse... Ben filmi katletmiyor muydum?

Öncesi
Sonrası
Aslında daha genel bir çerçeve içerisinde istismar ile gore türleri arasına güzelce sıkıştırabileceğimiz Seeding of a Ghost, 1983 yılı Shaw Biraderler mahsulü. Daha önce Shaw Biraderler ile ilgili yalapşap yazdığım-ki yalapşap biliyorum zaten, oturup tez yazacak bilgi nerde bende...- yazıda da belirttiğim gibi, 1980’lerde çektiği film sayısında hızla düşüşe geçen şirketin, canlanma atağı olarak, dönemin popüler sinema türü olan korkuya yönelmesinin adımlarından biri bu film. Her ne kadar çok iyi bilmesem de, yine aynı yönetmen (Richard Yeung Kuen) tarafından çekilmiş başka korku filmleri de var (Hell Has No Boundary gibi). Ama seyretmediğim için en azından birinin adını vereyim de havam olsun istedim. Hava demişken filmin gerçekten abidik iki unsuruna da değinmek istiyorum:
Öncelikle filmin iki ana oyuncusundan birinin Philip Ko, diğerinin ise- adını duyunca ağzınızdan hafiften bir kabak tadı alacaksınız ya- tek gamzeli kahraman Norman Chu olduğunu belirtmek isterim. Elbetteki Ko’yu hemen bir kenara bırakıp, ki kendisi taksici rolündedir ve nedense uğradığı lanet dolayısıyla hep acıların çocuğu havasındadır- direk Norman Chu’ya geçiyorum. Taksicinin karısının, kocasını birlikte boynuzladığı karakter , zengin ve dönem gereği ‘kafadan’ züppe olarak karşımıza çıkan Chu, filmin sonuyla ilgili detay vermek istemem ama diğer oyuncularla birlikte, aslında hiç de başrol filan değil. Bu filmde başrol olması gereken biri varsa (bize ne ayol başrolden diyebilirsiniz, lakin son zamanlarda hiyerarşi meselesi kafamı çok kurcalar oldu. Onla da ilgili bir geyik, hatta bir öfke patlaması yazabilirim yakınlarda) o da düpedüz taksicinin karısı ve daha sonra intikamcı ‘zombi’ rolündeki Maria Yuen Chi-Wai’yı gösterebiliriz. Şimdi ben buraya nerden gelmiştim. Hah!..Abidik unsurdan. Efenim, işte taksicinin karısı ile Norman Chu’nun canlandrdığı zengin züppe karakterimizin bir, kumsalda ağır çekimde koşma-Züppe’nin kadının üst bikinisini çalıp, ablanın da sağolsun hoplaya zıplaya olmak suretiyle koşma- sahnesi ve daha sonra bu ikisinin (bak sansürlüyorum burayı) iş üstünde iken , hanım ablanın fön makinesiyle saçlarının bir havalanışı var; ne desem bilemedim.
Buraya kadar gelmişken, birşey sormak istiyorum dostlar; bir kadının ipek çorap giyişinin gösterilmesinin nesi nörotiktir, biri bana açıklayabilir mi? Bana kalırsa-ki ne diyoruz, elbette kalmaz- oldukça tiksindirici bir görüntü olan bu çorap giyme ve hatta onu kıçına kadar çekme hadisesi niye böylesine kimi filmde kullanılmaktan çekinilmez anlayamıyorum... Anlayamıyorum dostum anlayamıyorum... :-) Çıplaklığın sergilenmesinin hiçbir şekilde sansürlenmediği- elbette benim izlediğim versiyonda yoktu sansür falan- şiddet içeren sahnelerin son derece sert bir tarzda çekilmiş olduğu, kara büyüyle Çin usulü mücadele edilen ve en sondaki, 1979 tarihli Alien’ın açtığı yolda, çok da yeni olmayan fakat Hong Kong tarafından bakıldığında, o taraflara farklı bir soluk getirmeyi başarmış bir film Seeding of a Ghost. Son olarak müziğini sevsinler diyor ve ağzımdan kurt murt çıkarmadan ilerliyorum.

SEEDING OF A GHOST (1983)
Y: Richard Yeung Kuen
O: Norman Chu Siu-Keung (zengin züppe), Philip Ko Fei (taksici), Maria Yuen Chi-Wai (taksicinin karısı), Wai Ga Man (züppenin karısı)

30.5.09

TOPTENİSMUS NİNJUTSUS (Nam-ı diğer Tersninja'da yarışma)

Yeni bir Tersninja etkinliğinden daha merhaba sayın seyirciler! Bu seferki olayımız bir yarışma. Okuyucusunu desteklemeyi ve arada bir de kitap ve DVD'lerle ödüllendirmeyi seven sitede özellikle son bir aydır listeler havada uçuşuyor, tabiri caizse kapanın elinde kalıyordu. İşte fırsat bu fırsat genç! Sen de liste yapma delisiysen, gönderiver ilginç listeni, kap kitapla devede'ni! Yarışma şartları için buyrun.

Olayı kendime de bağlarsam, hayatta hiçbir listeyi 10'a tamamlayamadığımdan kelli şimdiden diskalifiye olmuş sayıyorum kendimi :-) En son liste çalışmalarım arasında, hatırlar mısınız bilmem, kedi seven film karakterleri ve hiç yazmadığımdan dolayı hatırlamanıza imkan olmayan, başroldeki oyunucunun adının insanı çıldırtacak (beni çıldırtacak tabii) kadar çok miktarda tekrar edildiği filmler geliyor (Ya da çok olmasa bile kişisel olarak kafamın içinde sürekli o adı söylememe neden olan diyelim). Örneğin, Night of the Living Dead ve Johnny ve yahut Mario Bava, The Planet of Vampires ve Mark. (Bu filmden sonra her gördüğüm insanoğluna MARK diyesim geldi, zor yatıştırdılar valla... Öyle değil mi Mark? Sen ne dersin Mark?.. İmİdat (Aa, bak! Minareli ve son cemaat yerli cami yaptım; İmmİ ..Aman neyse...
Haydi, bakalım. Kolay gele...

28.5.09

ERASERHEAD ETKİLEŞİMLİ PORTREM

Minnoşi-sama (Bkz. yeğen) tarafından yapılmış portrem. Biraz geyik yapacaktım ama... Merhametim kurusun :-)

O halde gideyim ben usul usul... Ne kadar az görüşürsek o kadar iyi, değil mi?

1. Ben -Yes, mistır end misiz bıraovn?
2. Ben -Luk Tina, itz en aktıpıs, tıpış tıpış.
1. Ben -Ten takla atalım o zaman...
İki ben beraberce -Loy loy loy...

26.5.09

NİNJANIN PARMAKLA İMTİHANI A.K.A NINJA HUNTER

Artık kaçış yerin kalmadı dostum! Biraz sonra anlatımına maruz kalacağın filmi, sen de Türk dandik vcd piyasasında kolayca bulabilir ve şahsıma iyi dileklerini(!) bol bol bildirebilirsin.

“Wu Dang ustası Taocu kıyafetli beyazsaç-sivrikaş’ın (Jack Lung), shaolin kung fu’nun en iyi ustalarından birini dövüşe zorlamasıyla açılan filmimiz, shaolin ustasından ölümcül yara alan beyazsaç-sivrikaş’ın, kendi mabedine kaçmasıyla son buluyor” deyip kısa yoldan bitirmek isterdim. Amma velakin her seyrettiğim film, senin istediğin gibi bu kadar kısa sürse, hayat çekilmez bir hal alırdı, öyle değil mi be dostum? Kam’on men! Öhö…

Bu sefer sana kazık atmayacağım merak etme. Filmle ilgili teknik bilgiyi yazının başında vereceğim ki geri kalanını okumaya karar vermek için ikinci bir şansın olsun.

1984 tarihli Tayvan yapımı orijinal adıyla Ren zhe da jue dou, amerikanca adıyla Ninja Hunter veya Wu Tang vs. Ninja ve Türkçe adıyla Ninja İnsan Avcısı, yine sinema ömrü kısa, ama dolu dolu geçmiş bir yönetmenin, Wu Kuo-Ren’ in elinden çıkma. Bak alıştıra alıştıra söylüyorum, başrolde Alexander Lo Rei var. İşte şimdi senin sıran; ister kaç, ister kal! Hele ‘Gala’ vcd’den çıkan ve (sanırım) video dönemlerinin orijinal Türkçe dublajını hala üzerinde taşıyan filmin, insanın kendi ana dilinde dahi altyazıya ihtiyaç hissettiği anlar yaratması-ki kalmaya karar verirsen anlarsın ya, hiçbir karakterin adını yazmayıp lakaplarla hitap etmem, adları anlayamadığımdan dolayıdır- karar verme süreni kısaltacaktır. Eh, hağla kesin karar veremediysen, shaolin-wu dang-ninja üçlüsü, dore Ninja, uçan rahibe ve hatta uçan halı diye listeyi uzatınca, artık tamamen emin olursun herhalde. Evet… Giden gittiyse, kalan sağlar bizimdir diyerek (ki ne acayip bir mantıktır şu), filmi anlatmaya başlayalım.

Kung fu ustası tarafından yenilgiye uğrayan Beyazsaç-sivrikaş, mabedinde, iki kadının yumurtalık bölgesinden enerji çekerek kıpkırmızı olup , darbe geçirmez, nam-ı diğer “demir vücut” haline gelir.
O diri vücuduna ne balta işler ne mızrak. Böylelikle özgüvenini de tekrardan kazandıktan sonra, eski ihtişamını kaybetmiş ve yeniden önem kazanmak isteyen Ninjalara, Shaolin Tapınağını ortadan kaldırma sözü karşılığında yardım teklif eder.


Hitler bıyıklı, beyaz kıyafetli ninja lideri, “ninjalar artık öldürmekten başka birşey yapmıyor” diye veryansın ettikten sonra bu teklifi elbette kabul edecektir.
Beyazsaç-sivrikaş, yaptığı planları birer birer yürürlüğe koymaya başlar. Önce, başta Ninjalar olmak üzere, kendisi de o tapınak senin bu tapınak benim Shaolin tapınaklarına birer birer saldırır ve çoğunu da telef ederler. Dahası Shaolin rahibi kılığına soktuğu adamlarını imparatora saldırtıp, imparatoru da kendi safhına çeken beyazsaç-sivrikaş, çok kısa bir süre içinde Shaolin Tapınağı’nı ortadan kaldırmayı başarır. Buraya kadar beyazsaç-sivrikaşın zekasını, ninjanın sinsiliğini, shaolinin sebatını, sözün kısası aksiyonun hasını görürüz. Hatta aksiyonumuza sos olarak bir zombi kung fu dövüşçüsü ve kendi tapınağını satan shaolin rahibinin, büyük rahibin arkasından “o benim tırnağımın kiri bile olamaz” diyerek yaptığı dedikodu da katılarak bal-kaymak oluşturur. Aman yime de yanında yat!
Rahibin tırnağına dikkat


Arada bir kesme-yapıştırma yöntemiyle gökten takla ata ata ortama giren, en favori karakterim beyazsaç-sivrikaş, hayaline kavuşmuştur kavuşmasına ama başarıya ulaşırken birçok insanın ahını aldığını söylemenin de gereği var mıdır? Bu ahlardan en büyüğü ise filmin ta başında kapıştığı shaolin ustasının kızıdır. Zira, shaolin ustası, beyazsaç-sivrikaş tarafından öldürülmeden hemen önce, kızına “shaolin’in parmak sanatı” kitabını emanet ederek, büyüdüğü zaman kitabı shaolin tapınağı’na ulaştırmasını, böylelikle Shaolin Tapınağı’nın yeniden kurulabileceğini söylemiştir. İşte böylelikle aradan 10 yıl geçmiş, büyüyen kız, ana-babasının mezarı başında kitabı tapınağa ulaştırma yeminini yeniledikten sonra, yola çıkmıştır.
Üstte; Beyazsaç-sivrikaş, dokunmadan tek hareketle soyduğu kızın elbisesini elinde tutarken. Altta cıbıldak kalan kızın tülle sansürlenmiş hali :)

Gözünü sevdiğim dublaj dolayısıyla sık sık duyulan, yaşlı yumurta kafalı, ihtiyar bunak ve yahut Allahın cezası gibi ‘güzel’ sıfat tamlamalarıyla son derece eğlendirici boyutta seyredilen filmin Beyazsaç-sivrikaş’tan sonraki ikinci bombası Alexander Lou, tapınaktan kaçmayı başaran ustanın oğlu rolünde karşımıza çıkar. Parmak sanatı tekniğinde kendini geliştirerek, bir kere daha başta babası olmak üzere, tüm Shaolin Tapınağı’nın intikamını, önce Ninjaları, ardından da beyazsaç-sivrikaşı parmaklarıyla benzeterek alacaktır.
Ortaya karışık teknik çalışıldığına şahit olduğumuz dövüşler, soluk keserken (hep şu lafı kullanmak istedim hayatta), tel tekniği denilen nimetin zaman zaman kendini ‘harbiden’ gösterdiğini söyleyebiliriz.

Beyaz-siyah-altın renkli kıyafetli Ninjalar, rengarenk dumanların arasından bir görünüp bir kaybolurken, filmin görsel efekt uzmanı abinin elini öpmek için önümüzdeki bayram o taraflara doğru gideceğimi, gelmek isteyenlere de her zamanki gibi kapımın açık olduğunu söyledikten sonra, bu defa Ninja numaralarıyla değil ama filmdeki uçan halıya binip ortamdan sıvışıyorum.

Lütfen fotoğrafın ayarıyla oynamayanız çünkü fotoğraftan az önce ışık hızında bir ninja geçti.

NINJA HUNTER (1984)

Y: James Wu-Kuo Ren

Dövüş Kareografı: Chu Ko

O: Alexander Lo Rei (Kung fu ustasının oğlu), Jack Lung Sai-Ga (beyazsaç-sivrikaş), William Yen (beyaz ninja)


22.5.09

HANIM NİNJA A.K.A KUNOICHI LADY NINJA

Kadın delisi Aizu Lordu, civarda ne kadar kadın varsa hepsine el koymak amacıyla 7 canavar olarak da adlandırabileceğimiz tamı tamına 7 adamını meydana salar. 7 canavarlar, kasabadaki tüm erkekleri öldürdükten sonra, rahibelerin tapınağını basar.

Tam istedikleri kadını, Lordlarına götürmek üzere davranacakken ortaya çıkan-ya da çıkamayan, zira net görünmeyen- beyaz tül kumaşlar içerisinde süzülen Tokugawa Klanından olduğunu söyleyen prensesin rütbesi karşısında gerileyerek evceğizlerine geri dönerler. Ortaya çıktığında, eliyle sürekli ağzını kamufle ederek konuştuğuna şahit olduğumuz gizemli prenses, Lordun bu zorbalığına bir son vermek için, 7 hanım ninjanın içlerindeki güçlerini uyandırmalarının vaktinin, artık, geldiğini söyler. Bu güçleri uyandırabilecek yegane kişi ise Yagyu Klanının efsane ismi ve yahut şanslı adam, Jubei Yagyu’dan başkası değildir.

DVD arkası tanıtım yazılarına özenip, yine de detaydan çok da vazgeçemeden yazmaya çabaladığım bu kısacık konu özetini bir kenara bırakarak, asıl konum, göz yaşartan fantastiko öğelere gelmek istiyorum.

Simgesel öğe, alelade bir karganın ekranda saniyenin 1/10’u kadar bir süre görülüp kaybolmasıyla ve de adamın birinin çizmesinin yanından alınan bir görüntüyle western filmleri gibi başlayan olay örgümüz, daha ilk dakikadan kanlı eylemlere maruz kalacağımızın habercisi gibidir. Zira uçan orak- kopan kafa- fışkıran kan üçlüsü, garantili eğlence vaadediyor. Her biri japon minyatür sanatından fırlamış gibi duran, boyalı suratlı 7 canavarlar da duruma bol baharatlı bir tat katıyor. Hatta içlerinden birinin iki göz küresini çıkarıp da bir fırlatışı, ve kürelerden birinden eciş bücüş buldog suratlı bir iblis çıkışı var ki, anlatıp da çoluk çocuğa örnek olsun istemem. Daha daha, henüz 10.dakika civarında, Jubei’in kafasından sepet şapkasını zorla çıkarmak için, 7 hanım ninja adayımızdan birinin adama karşı bir yöneliş sahnesi var, yönetmen amcam hakkında kafalarda oldukça net bir fikir(!) oluşturması açısından kayda değer olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ben görsellikten yanayım, buyrun beraber inceleyelim; Dikkatli bakarsan sol tarafta eli göreceksin. Olmadıysa bir de altta canlı canlı izle!

Başlarda, kendilerini bir erkeğin eğitmesi fikrine pek sıcak bakmayan ve her fırsatta laf sokmaktan da geri durmayan 7 hanım ninjamız, zaman içerisinde Jubei’in ne kadar efendi ve hayranlık uyandıracak bir insan olduğunun farkına varıp, kendilerini eğitimlerine tamamen adarlar.

Önceleri hiçbir fevkalade ninja davranışı gösteremeyen hanım ninjalarımız, işte bu eğitim neticesinde birer birer gerçek yeteneklerini(!) ortaya çıkarırlar. Fantastiko nörotika olarak sınıflandırabileceğimiz filmimizde nörotika, söz konusu yeteneklerin ortaya çıkış tarzında hissedilebilir. Daha detaya girmek gerekirse yazının bu kısmını +18 olarak sınıflandırmak koşuluyla anlatabilirim sanırım. Sen küçük! Uza bakalım! Bi 3 sene sonra gel, tamam mı!
Şimdi efenim, kızıl anka özellikli hanım ninjamız, bu özelliğini, bakireliğini Jubei-sama’ya vermesi neticesinde kazanıyor (Boşuna şanslı adam demedik di mi?). Hele bu sahnede, Jubei-sama’nın iş üstündeyken, üstelik kör taklidi yapmak suretiyle gözlerini de sıkı sıkıya yummuşken, kendisi ve hanım ninjamıza yöneltilen okları bir savuşturuşu var, söze ne hacet. Yalnız hanım ninjamızın, bu durum karşısında ‘hanım’lığı nerde kaldı diye soracak olan olursa, ben bilmem valla. Sözcüsü değilim ya, a benim canım okuyucum. İkinci hanım ninjamızın kaldığı zor durum karşısında memelerinden mavi mavi ışımak suretiyle ortaya çıkardığı yeteneği, “acaba Bastard Swordsman’deki Wu Di ustasıyla arasında bir akrabalık mı var?” sorusunu akla getirse de, ta buralardan aile şeceresini çıkaracak halimiz yok ya, a benim canım okuyucum. Üçüncü hanım ninjamız, ki kendisi hanım ninjalarımızın da lideri konumundadır, yeteneği “saç fırtınasını” ortaya çıkarırken nörotika unsurundan yararlanmamışsa da, saçlarını şöyle şöyle savurması dolayısıyla erkek seyircide hafiften bir nörotika yaratabilir, ben bilemedim, ne edeyim a benim canım okyucum! Dördüncü hanım ninjamızın yeteneği bacak arasından yakaladığı enerjiyi, kurbağa gibi şişinerek ağzından geri çevirişi var ki, na burda gözüm pörtledi valla, a benim canım okuyucum. Diğer hanım ninjalarımızdan ikisi de, lordun köse oğlanı tarafından tartaklanırken, zorda kalıp içlerindeki ninja yeteneklerini ortaya çıkarmaya vakıf olurlar. Bunların ikisi bir olup cıbıldak vaziyette köse oğlanı tartaklarlar. Ama kendi canlarından da olurlar. Her hanım ninja yeteneğinin ortaya çıkışında 7 canavarlarımızdan biri de ortadan kalkar. Böyle böyle karşılıklı fire vere vere finale doğru yaklaşırız. Tabii böyle benim anlattığım gibi yavan bir film değil. Entrika, ihanet, hepiciğinden var azar azar.

1998 tarihli Kunoichli Lady Ninja adlı film-kunoichi zaten kadın ninja demek, üstüne bir daha lady ninja deyince ne oluyor anlam veremedim-, aynı zamanda şanslı hergele (tamlama güzel ben ne yapayım) Jubei-Sama’yı canlandıran oyuncu Hitoshi Ozawa tarafından yönetilmiş. Dikkatli seyirci, Ozawa’yı, Takashi Miike’nin Dead or Alive’ından veya Gozu’sundan hatırlayabilir. Asıl Ozawa değil ama hanım ninjaların lideri rolündeki kadın oyuncu Yuko Moriyama bana feci tanıdık geldi ama nerden hatırladığımı bir türlü çıkaramadım. Bu film hakkında hiç araştırma yapmadığımı, diğer bir deyişle ödevlerime son günlerde hiç çalışmadığımı da ekledikten sonra duman içinde kaybolma numaramla çekiliyorum, sen de psikanalitik çıkarsamalar beklemiyorsun ya, a benim canım okuyucum. Sevildiğini bil! Arayı açma! Hadi kaçtım, pof...


KUNOICHI LADY NINJA (1998)

Y: Hitoshi Ozawa

S: Futaro Yamada'nın Yagyu Ninpocho adlı romanından uyarlama

Müzik: Alman besteci Torsten Rasch (90'ların başından beri Japonya'da film ve televizyon için beste yapıyor)

O: Hitoshi Ozawa (Jubei), Yuko Moriyama (lider hanım ninja), Ryuushi Mizukami (Aizu Lordu)

21.5.09

ALINACAK BİR İNTİKAMIM VARDI, SHAOLİNCİ AMCA A.K.A. SHAOLIN TEMPLE (1982)

Toplanın yamacıma, ey gong fu severler! Bugünkü filmimiz, vizyona girdiği yıl ve hatta bugün dahi, kung fu’cu olmak isteyen gençlerin sayısını arttırmış, Jet Li’nin daha yeniyetme bir velet iken sinemaya adım atmasını sağlamış, dillere destan film, Shaolin Tapınağı /Shaolin Temple.Uzun bir aradan sonra, konusunu, Shaolin’i merkeze alarak oluşturan filmimiz, benim gözüme, en başta gerçek mekanlarda çekilmesiyle girdi. 1980’lere kadar çekilmiş tür filmleri sağolsun, stüdyonun ne kadar mikrobu, bakterisi, alerjik reenkarnasyonu varsa üstüme saldığı için, dışarı çıkıp hava almak bünyeme iyi geldi. Gerçek mekan derken, gerçekten de, gerçek Shaolin Tapınağı’nda çekildiğini belirtmek isterim filmin. Üstüne basa basa söylediğim bu bilgiyi not aldıysanız geçelim konuya- sınavda burdan soracağım haberiniz ola!
Buda seni kutsasın çocuğum!

Ching Hanedanı’nın, sözüm meclisten dışarı, Çin’de terrör estirdiği dönemlerde geçtiğine şahit olduğumuz filmimizin “iyi” karakteri tahmin edilebileceği gibi başta Jet Li’nin canlandırdığı Chueh Yuan ve Shaolin Familyası iken, “kötü” karakterimiz zorba general Wang rolünde, kısacık filmografisiyle şaşkınlık yaratan Yue Sing-Wai’yı görmekteyiz. Zalım general Wang’ın, Chueh Yuan’ın babasını öldürüp, ortamdan kaçmak zorunda kalan Chueh Yuan’ın bitap bir halde Shaolin Tapınağı’na kapağı atmasıyla başlar hikayemiz. Yok, olmadı. Yanlış hatırladım. Al geri, al geri; Tapınakta Shaolin yemini ederken, “öldürmek yasak” yemininde bocalayan Chueh Yuan’ın geçmişte başından geçen olaylara dönmesiyle-ki buna flashback desek iyi olurdu. Ama sırf dememek için ne takla attım yani, gör halimi- başlayan filmimiz, işte yukarda bahsettiğim olayla Chueh Yuan’ın intikam sürecini başlatır.

Allah'ım kör et beni...

Sığındığı tapınakta, bir sürü kardeş edinen Chueh Yuan, babacan ustanın da yardımıyla kısa sürede kung fu’nun görünen tüm türlerinde ustalaşacak ve başta babası olmak üzere, ezilen tüm halkın intikamını, Zalım general Wang’ı, çarçur ederek alacaktır…

Biraz fazla kısa yazdım, birden okuyunca şok etkisi yaptı di mi? Sakin ol! Bi arkana yaslan önce.Hah şöyle! Azıcık daha uzatayım da şanımı kurtarayım bari…

Tarihi yapılarda "hanzo" etkisi

Jet Li’yi, dünya sinemasına armağan eden Shaolin Tapınağı filmini berbat bir ingilizce dublajla seyretmemin, bünyemde yarattığı tahribattan söz etmeli miyim bilmiyorum doğrusu. 1982 tarihli bu filmin ardından 1984’te Kids from Shaolin ve 1986’da Martial arts of Shaolin adında, yine Jet Li’nin ve bu filmin kadrosunun önemli bir kısmının rol aldığı iki film daha çekilmiş. İşte ben de, nasılsa bu iki filmi de yazacağım için şimdiden çok yer tutmayayım dedim (ee... yediniz mi?)
Haşarı çocuk Chueh Yuan’ın olgunlaşma serüveni olarak da adlandırabileceğimiz filmin güzel unsurlarından biri, çömezlerin ustası, babacan ve sıradışı rahip Tan Chuang rolünde izlediğimiz Yue Hoi iken, bir diğeri ise sarhoş stili kung fu’nun icrası. Kimisinde, işte böylesi bir dövüş stiline dönüşen içki içme eylemi, nedense kimisinde de–ki bu ben oluyorum- dehşet uyku stili yaratıyor. Birşey değil, bu yıl zaten yatamadığım kış uykusu, acısını işte bu filmden çıkarıyor. Zira daha fazla dayanamayacağım. Bir an önce uyumam lazım. O yüzden “Elveda meyhaneci” şarkısını bulamadım ama hazır tapınağa gitmişken, filmden arakladığım şu şarkıyla ruhlarımızı dinlendirelim bari. Yine de, tiz seslere dikkat, aman ha!



SHAOLIN TEMPLE (1982)

Y: Cheung Yam-Yim (Chang Hsin Yen)

S: Sit Hau, Lo Siu-Cheung

Dövüş Kareografı: Yue Hoi (babacan usta), Ma Yin-Tat

O: Jet Li, Ding Laam, Yue Hoi
Boş işler bunlar...