3.8.12

BİR NİNJANIN TATİLCİ OLARAK PORTRESİ


Uzun yıllardır kıç üstü yatmalı bir tatil yapmamıştım. Uzun yıllar daha yapmayı da düşünmüyordum açıkçası. Tatil benim için, yılın %99’unu meşgul eden iş haricinde, ağırlıklı olarak kafamı başka bir “şeye” kanalize edebileceğim zaman anlamına geliyordu. Beynimi doldurmak uğruna ise maalesef vücudumu hunharca yormaktan kaçınmıyordum. Bu sene başı itibariyle 31 yaşıma girdim. 20’lerim iyi kötü geçti. 30’larımdan bir hayır bekliyor muyum, uzun uzadıya düşünebilir bir konu aslında. Ama kafamı gündelik hayatın yaş sorunsalı hayhuyuna bırakmayacak kadar “zekiyim”. Bunu “ha 25 olmuşum, ha 45!” aymazlığında da söylemiyorum. Elbette ortada bedensel bir gerçek var. 30’la birlikte başlamış kas-eklem ağrıları, belden bacak çekmeler, boyun tutulmaları, kadınsal hastalıklar vs. gibi uzun uzadıya bir liste oluşturulabilecek hastalık gerçekleri bunlar. Sonunda ölecek değiliz (lafın gelişi elbette, yoksa bu hastalıklardan ölüme götüren de olabilir, hem en kötü hastalık henüz gelmemiş olandır). Paragraf başı ile şimdiye vardığım nokta arasında anlamsal anlamsızlıklar varsa, geçirdiğim tatil işini görmüş, kafam biraz olsun boşalmış demektir. Ne mutlu bana…

Ne diyordum? Tatil anlayışımdan bahsediyordum. Gezmeyi severim ama yeteri kadar gezebilen biri değilim. Buna modern insanın korkaklığı da diyebiliriz sanırım. “Okuyom ben yaaa!”nın “Çalışıyom ben yaa!” formatı olarak da ifade edilebilecek bu durum, yıllık yalnızca 1 hafta olarak yapabildiğim bir tatil için oldukça açıklayıcı olacaktır diye tahmin ediyorum. Resmi olarak 2 hafta izin sürem var evet. Neden yap/a/mıyorum sorusunu ise şu an tartışamayacak kadar yorgunum. Bu yılki izin meselem, bazı nedenlerden dolayı (yolu saymazsak) 4,5 gün kadar bir süreyi kapsıyor. Komakine ile çok düşündük: bu yıl da bacaklarımızı hissetmeyene kadar yürüyeceğimiz bir “kültür” turu mu yapalım? Yoksa özellikle bu yıla has geçirdiğimiz özel yorgunluğu atmak için malak gibi yatalım mı? Sonra banka hesabımıza baktık. Sonra pasaport yenileme, süre uzatımı, vize vs. gibi yurtdışına çıkabilmek için gerekli ön koşullar için bok gibi para harcamamız gerektiğinin ayırdına vardık. Sonra cennet vatanımızın güzelliğine doğru bir yakınlaşma oldu aramızda. Ben sıcağı seven biri değilim. Övünmek gibi olmasın ama Karadenizliyim. Bizde “Yemek buldun yılış, sıcak buldun sıvış.” diye bir söz vardır. Tamam sözün özü bu olmayabilir ama işime gelen şekilde çeviremeyeceğimi kim söylemiş? Sözün özü yurtiçindeki olanakları karıştırmak için artık önümüzde hiçbir engel kalmamıştı.


Bunu uzatmadan anlatacağım. Zira bir acemi için yurtiçinde tatil yapabileceği kendine has bir ortam bulabilmek işkence gibi bir şey. Daha da ayrıntılı söylemek gerekirse, benim gibi insan düşmanı, çocuk pek sevmez, ortamda çalan rastgele müziklerden haz etmeyen  ve sıkış tepiş ortamlarda tam bir anti-sosyal gibi uyum bozuklukları gösteren biri için cehennemin ta kendisi desem yeridir. Böyle durumlarda alarm kolunu çekmeden hemen evvel, görmüş geçirmiş, çocuk sever biri olan ablam devreye girer. Bazen ne istediğimi çok iyi bilen biri olurum. İşte o anlardan birinde “Kıçımızın üstüne yatmak istiyoz” temelli isteğime süper bir öneri yapan ablam, olaya son noktayı koymuş, biz de Assos yakınlarındaki bir koyda, kendine özel bir mekana sahip bir motele doğru yola çıkmıştık.



Geldik, yattık ve ikinci günün sonunda popomda bir kımıltı oldu. Daha fazla yatamazdım. Evet, deniz güzeldi, içinde balıklar yüzüyordu, yemekler harikaydı, en önemlisi ortamda çalan rastgele bir müzik ya da odada televizyon yoktu. Etrafta koşuşup çığlık atan fazla çocuk da görünmüyordu. Yalnızca arada bir çıkıp sert esen rüzgar, insanı biraz bozar gibi oluyordu ama olsundu. Tüm bu güzellikler, kıçımı oturduğu yere daha fazla sabitlemek yerine, nedense harekete geçiriyordu. Hayırdı, evetti. Ulaşım kolay olmasa da yakındaki Assos’a gidilecek, buraya kadar gelmişken, o antik kent görülmeden geri dönülmeyecekti...

Arkası az sonra, belki yarın, belki de hiç gelmez...

4 yorum:

Hayal Kahvem dedi ki...

Eee, devamını daha ne kadar bekleyeceğiz:))

Tuğba dedi ki...

Önce gelecek gibi oldu. Sonra öyle kalakaldı diyelim. İçimde şu kadarcık bile yazma isteği yok doğrusu. Ne diyeyim...

Hayal Kahvem dedi ki...

Boşver. Bişicik deme. Olur bazan böyle haller. Diğer okurlarını bilmiyorum ama... Ben sabır ve sessizlikle yazacağın günü beklerim.
Velev ki bişi yazmadın. Nasılsa diğer bloglarda yazdıklarını takip ederim.

Takibindeyim tatlı ninja:)

Tuğba dedi ki...

:) Belli de olmaz ama... Sıcak bitirdi beni sanırım.
Dadlu olan sizsiniz efenim. :)

Boş işler bunlar...