Restorasyona giriş ikinci dersimizi fazla kafa ütülemeden sohbet havasında yapmak istiyorum arkadaşlar. Zira her hoca gibi benim de öğrencime ayıramayacak bol zamanım var. Toplantının biri bitse bir diğeri başlıyor ben ne yapayım?! Birinci dersi kaçıranlar için, fotokopileri ozalite bırakmıştım. İsterseniz ordan bi göz atın önce. Sonra hemen hemen aynı seviyede, belki biraz daha hafif geçecek bu dersimi de alıp almamaya karar verin. Oh, ne uzattım gene. Sen öndeki, çok soru soruyorsun, dersi uzatıyorsun! Arkaya geç bakim!
Bu seferki konumuz, 1990 yılında Lucio Fulci tarafından çekilen Demonia adlı film vesilesiyle, uzun zamandır kafamı kurcalayan, insanların bilmedikleri meslekler hakkında atıp tutması. Zira çok dertliyim, tipik bir Hong Kong filmindeki gibi, şuracığa alenen kusmakta beis görmüyorum. Efendime fısfıs...
Not çıkarmayı seven öğrenciye kıyak: Filmin konusunu birebir anlatmak gibi bir derdim yok canımcım. Zaten yazacağım diye, hatırlamak amaçlı şöyle bir geçtim üstünden...
Sicilya’nın küçük bir kasabasında, arkeolojik kazı yapan Kanadalı ekibin, yemek kitaplarına Fulci usulü olarak geçen doğrama şekline maruz kalmasını anlatan film, tarihi çevrede çalışan (alan ya da yapı bazında) genç meslektaşlara öğüt vererek açılıyor. Zira asıl orada bulunma nedeni arkeolojik kazı olmasına rağmen, iş alanının hemen tepesindeki terkedilmiş tarihi manastırın düş gıcıklayan çekimine karşı koyamayan Liza, kazı başkanından, bir bilimkadını olduğunu unutmaması gerektiğini, bu yüzden de hülyalarını bir kenara bırakmak zorunda olduğu yönünde ilk ihtarını alıyor. Şimdi arkadaşlar, hepimiz arkeoloji, restorasyon vb. mesleklere başlarken hayal kurarak başlıyoruz değil mi? Yüzyıllar önce inşa edilmiş bir yapıda ya da bilmem ne historik dönemlerden kalma bir alanda çalışmanın ne kadar zevkli olabileceğini düşünerek mesleğe adım atıyoruz. Peki sonra ne oluyor da geri adım atma ihtiyacı duyuyoruz? Hayalimizdeki yapı barok çıkınca ister istemez zorlanıp, hay ben senin demiyor muyuz? Diyoruz tabii, demezsek ayıp olur. Ama beterin beteri var. Yatıp kalkıp, gotiğin bizde olmayışına dua etsek yeridir. Gözünü sevdiğim Osmanlı’nın klasik dönemi. Hep söylerim süs cinayettir diye...
İşte Liza, tüm uyarılara rağmen, yüzyıllar evvel, mahzeninde, 5 rahibenin, kasaba halkı tarafından çarmıha gerildiği manastıra girer. Bu noktada mesleğe yeni başlayan meslektaşlara bir uyarı vermektedir. Eski bir yapıya girildiğinde öyle her duvara yaslanılmaz bi kere. Ayriyeten, her yere el sürülmez. Hele her boşluktan örümcek ağları sarkarken, bir bayan meslektaşın elini, destek alma amaçlı duvara dokundurduğu görülmemiştir. Bunun örümceği var, efendime söyleyeyim akrebi var. Çıyan mıyan, o konulara girmek dahi istemiyorum ki dağlara taşlara...
Liza, kendi geçmişiyle bu rahibeler arasında bağlantı kurmaya çalışsın, bu esnada filme dahil olan kasaba halkı, hiç de misafirperver değildir. Ki bu durum bugünkü dersimizin ana konusunu ihtiva etmektedir. Efendim, filmde de görüldüğü üzere, kazı ekibinden ve bilhassa, Liza’nın manastıra ilgisinden hoşnut olmayan kasaba halkı, ekibe yüz vermemekte, fırsat buldukları her an, aralarında dedikodu yapmakta ve ekibin bir an önce kasabadan defolup gitmelerini istemektedirler. Allahın zavallı kullarından biri olan bendeniz de, çalıştığım yer civarında sürekli olarak çevre halkının hoşnutsuzluğuyla karşı karşıya kalmaktayım. Bazen yılar gibi olsam da, genel de bu tür insanlarla cesurca savaşmaktayım. İşi gücü olmadığı halde, tüm gün şantiye etrafında takılarak, farklı mevzilere konuşlanan bu amca ve teyzeler, suratımda hafif bir ışık gördükleri her an (ki somurtuğun önde gideni olduğumdan yaklaşmak öyle kolay değildir), “Ne zaman bitecek yavrım inşaat?” temelli soruyu yüzüme çarpmaktan çekinmezler. İlk başlarda, sakince ne yaptığımızı, restorasyonun ne olduğunu anlayabilecekleri dilde açıklamaya çalışırken, zaman içerisinde sorunun “Ne zaman bitecek yavrım restorasyon?” halini almasından dolayı, ben de tavrımı biraz sertleştirme gereği duydum. Cevap vermek adına sert çıkıp, ister istemez ağlamaklı ses tonuna bağladığım -ki yer yer işin içine günahı münahı da sokup, sinsilikle kendimi acındırdığım da olmuştur- anlardan sonra çenemi yormanın boşuna olduğunu farkettiğimden, artık soran olursa, iş tabelasının yerini gösterip, “Orda yazıyor!” demekle ve yahut hiç kaale almayıp, “Bilmiyorum teyze, ben de öylesine bir çalışanım burda” demekle yetiniyorum. Arada bir, banklarda oturan amcaların, çalışmaktan anası ağlayan işçilere bakıp bakıp, “Bunlar bir işi beceremiyor, Osmanlı nasıl yapmış koskoca camiyi?” serzenişlerine kafa göz girmek istiyorum ama bu memlekette doktorluğu bile ‘iki tıktık bir tıktık’ diye tanımlayan insanların var olduğunu bilmek beni engelliyor. Diyeceğim o ki, genç, seçtiğin yolda, önüne, kafanı aptal saptal sorularla doldurup, ters etkiyle boşaltmak isteyecek insanlar çıkacaktır. Sana bu konuda yararlı olacak seçmeli dersin Ninja Sinsiliği olduğunu hatırlatmak isterim.
Filmin nasıl sonlandığını soran arka sıradaki öğrencime cevap verirsem, ekibin açık havada çalışmasından dolayı, senaryo kağıtlarından bir kısmının rüzgara kapılıp uçtuğunu söyleyebilirim sanıyorum.
Ha, bu arada Fulci usulü göz çıkarma, vücudu ikiye ayırma, delme ve torna stillerine çalışın, haftaya sınav yapabilirim.
Liza, kendi geçmişiyle bu rahibeler arasında bağlantı kurmaya çalışsın, bu esnada filme dahil olan kasaba halkı, hiç de misafirperver değildir. Ki bu durum bugünkü dersimizin ana konusunu ihtiva etmektedir. Efendim, filmde de görüldüğü üzere, kazı ekibinden ve bilhassa, Liza’nın manastıra ilgisinden hoşnut olmayan kasaba halkı, ekibe yüz vermemekte, fırsat buldukları her an, aralarında dedikodu yapmakta ve ekibin bir an önce kasabadan defolup gitmelerini istemektedirler. Allahın zavallı kullarından biri olan bendeniz de, çalıştığım yer civarında sürekli olarak çevre halkının hoşnutsuzluğuyla karşı karşıya kalmaktayım. Bazen yılar gibi olsam da, genel de bu tür insanlarla cesurca savaşmaktayım. İşi gücü olmadığı halde, tüm gün şantiye etrafında takılarak, farklı mevzilere konuşlanan bu amca ve teyzeler, suratımda hafif bir ışık gördükleri her an (ki somurtuğun önde gideni olduğumdan yaklaşmak öyle kolay değildir), “Ne zaman bitecek yavrım inşaat?” temelli soruyu yüzüme çarpmaktan çekinmezler. İlk başlarda, sakince ne yaptığımızı, restorasyonun ne olduğunu anlayabilecekleri dilde açıklamaya çalışırken, zaman içerisinde sorunun “Ne zaman bitecek yavrım restorasyon?” halini almasından dolayı, ben de tavrımı biraz sertleştirme gereği duydum. Cevap vermek adına sert çıkıp, ister istemez ağlamaklı ses tonuna bağladığım -ki yer yer işin içine günahı münahı da sokup, sinsilikle kendimi acındırdığım da olmuştur- anlardan sonra çenemi yormanın boşuna olduğunu farkettiğimden, artık soran olursa, iş tabelasının yerini gösterip, “Orda yazıyor!” demekle ve yahut hiç kaale almayıp, “Bilmiyorum teyze, ben de öylesine bir çalışanım burda” demekle yetiniyorum. Arada bir, banklarda oturan amcaların, çalışmaktan anası ağlayan işçilere bakıp bakıp, “Bunlar bir işi beceremiyor, Osmanlı nasıl yapmış koskoca camiyi?” serzenişlerine kafa göz girmek istiyorum ama bu memlekette doktorluğu bile ‘iki tıktık bir tıktık’ diye tanımlayan insanların var olduğunu bilmek beni engelliyor. Diyeceğim o ki, genç, seçtiğin yolda, önüne, kafanı aptal saptal sorularla doldurup, ters etkiyle boşaltmak isteyecek insanlar çıkacaktır. Sana bu konuda yararlı olacak seçmeli dersin Ninja Sinsiliği olduğunu hatırlatmak isterim.
Kamp alanında akşamları, kazı ekibi içkili çalgılı eğlenirken, dantelli geceliğini yanında getirmekten kaçınmamış Liza da sürekli rahibeleri ve manastırı düşünmektedir. Filmin ilerleyen dakikalarında, faaliyete geçen gizli güçlerin, falcı bir kadınla karşılaşıp, manastır ve çarmıha gerilmiş rahibeler hakkındaki gerçekleri öğrenen Liza'ya, kazı ekibine ve kasaba halkına musallat oluşunun hikayesini, umarım filme daha saygılı bir tonda, bir sitede okuma fırsatını bulursunuz. Ben geleyim son olarak doğrudan bayan meslektaşları ilgilendiren meseleye. Aslında kişisel olarak inşaat işine pek cinsiyet açısından bakmıyorum ama filmde, gündüz vakti Liza’nın erkeksi kıyafetler içerisindeyken, gece çadırında dantelli geceliği içinde olması ne demektir, tartışılabilir. Konuyu şöyle bir çıtlattıktan sonra, Liza’nın 80’lerin korkunç modasının kurbanı olduğuna bağlayıp kısa yoldan dersimizi burada sonlandıralım.
Filmin nasıl sonlandığını soran arka sıradaki öğrencime cevap verirsem, ekibin açık havada çalışmasından dolayı, senaryo kağıtlarından bir kısmının rüzgara kapılıp uçtuğunu söyleyebilirim sanıyorum.
Ha, bu arada Fulci usulü göz çıkarma, vücudu ikiye ayırma, delme ve torna stillerine çalışın, haftaya sınav yapabilirim.
Arkeolog Liza'ya gel! Hanfendi, tarihi freskoyu hunharca parçalarken!
2 yorum:
Söyle bakalım, bir mimar olarak, hatta mimarbaşı olarak, gereken dersi aldın mı? Şantiyeye nasıl girip çıkacağını, ne giymen gerektiğini, yanına ne alacağını öğrendin mi? Adamlar ders gibi film yapıyorlar ama halka yaranamıyorlar!
Zaten, halk plaja hücum etti, vatandaş denize giremiyor!:-p
Yok Gaddesu, öğrenemiyorum. Nato kafa nato mermer yani...
Bu arada, Fulci bunu okusa, kendi gözünü çıkarırdı herhalde. Durduk yerde adamın kemiklerini sızlatmasaydım keşkül! :-)
Yorum Gönder