23.11.08

SONBAHAR NEREDE? BİR TORİNO BELGESELİ

Bu şehirde sonbahar yok.Yani bildiğimiz klasik anlamda.Yerlerde ne sararmış bir yaprak ne birşey. Çok tuhaf.Sürekli yağan yağmurdan başka birşey yok sonbaharı hatırlatan. Bu vesileyle yazımı Torino'ya bağlayayım.Çünkü Torino'da,Cenova'nın aksine sonbahar var. Hem de en güzel haliyle. Sokaklar o kadar yaprakla dolu ki, yaprakları çöp torbalarına dolduran görevliye torbayı alabilir miyim diye sormamak için zor tuttum kendimi.Hani filmlerde noelde kar yağmayınca evlerinin önüne köpük vs.dökerler ya benimkisi de o hesap. Biraz sonbahar havası katsak bu şehre fena olmaz. Bir de birşey farkettim.Kafamdaki İtalya imajı tamamen İtalya'nın iç bölgelerinden, daha doğru söylemek gerekirse denizden uzak yerleşmelerinden oluşuyor. Bütün o kendine dönük,çepeçevre sarılmış tarihi merkezler nedense daha cazip geliyor. Deniz kenarı İtalya'ya alışmak biraz zaman alacak gibi.Bunda tuhaf ne var diyebilirsiniz. Tuhaf olan kısım şu; Ben şimdiye kadar hiç denizden uzak bir şehirde yaşamadım ki deniz bana tuhaf gelsin. Ama geliyor işte...



Dönelim yeniden Torino'ya. Sabahın körü ama güneş-hem de nasıl güzel bir güneş-henüz ortaya çıkmış.Uyuklayarak ama uyuyamayarak geçen bir tren yolculuğundan sonra garda inmişim(buralara özellikle vurgu yapıyorum gıcık etmek için:)). Hangi yöne gideceğimi az buçuk biliyorum ama yön duygum bunu bilmiyor her zamanki gibi. Halbuki Torino'nun tarihi şehir planına baktığımız zaman kolay olduğunu görüyoruz. Tamamen ızgara plan.Burdan durup baktığınızda nerdeyse şehrin ucunu görebilirsiniz. Bu plan yalnızca iki çapraz yolla düzenini bozuyor.Ve bu zavallı insancık-ki ben oluyorum-her zamanki yeteneğini kullanıp bu çapraz yollara sapmak suretiyle tarihi merkezin dışına çıkarak Torino'daki ilk turunu atıyor. Ama sorarım sana ey okuyucu;Eğer bu ayaklar olmasaydı beni merkezin dışına çıkaran bu pazarı görme şansına erişebilir miydim acaba? Pazarda yok yok.Aynı bizimkiler gibi. Dansöz kıyafetinden incik boncuğa kadar:) İki üç kere pazarın etrafında dolandığım için stand stand bile sayabilirim ne var ne yok. "Yok İstanbul'dakiler beni kesmedi" diyenlere yol tarifi vereyim(hala bana güveniyorsanız yol tarifi için tabi) Efenim pazar Via Colombo ile Via Marco Polo arasındaki bölgede kuruluyor cumartesileri. Meraklısına.Yalnız cadde isimlerine dikkat derim.



Gelelim tarihi merkeze. Nerden başlasak. Sırtınızı istasyona verip dümdüz yürüyün.Tarihi merkezin tüm önemli yapıları bu yol hattı üzerine kurulmuş. Fotoğrafları ayrıntılarıyla feyzbuh'uma koydum.İsteyen ordan baksın. Burda biraz ayrıntılardan söz etmek istiyorum.



Torino'ya adımınızı atar atmaz kentin mimarisi size kendini belli ediyor.Benim dikkatimi çeken ilk şey bacalar ve alaturka dediğimiz kiremit örtüsü oldu. Sonra tuğla duvar örgüsü geliyor tabi. Yeni ve eski tuğla yapılar birarada. Tarihi tuğla yapılardan en önemlisi mimar Guarini imzalı Palazzo Carignano. Yapının bir kısmı restorasyon görerek yeniden inşa edilmiş. Eski ve yeni duvar örgüsü arasındaki fark görülmeye değer. Çok sık olmasa da geniş ahşap saçaklara rastlamak da mümkün. İtalya'nın en güzel taraflarından biri balkon kavramını öldürmemiş olması.Şu ana kadar sadece bir apartman dairesinin balkonunun kapatılmış olduğunu gördüm.Önerim şu hep beraber balkonlar kapatılmasın kampanyası başlatalım. Var mısınız?

Torino'da tasarım almış yürümüş. Çok hoş oturma aydınlatma vs elemanları var. Zaten kentte şu sıralar bir tasarım festivali var. Bir de 26. uluslararası film festivali. Bu da kuyruğu! Bu senenin yönetmeni Roman Polanski. Hatırı sayılır miktarda japon filmi de olduğundan kelli gözüme girdi kendisi.Hatta broşür alıp film bile seçtim. Nasıl gideceksem. Bu kuyruk uzar gider arkadaşlar hem de şehrin Eiffel kulesi Mole Antonelliana'ya kadar . Çok yakındaki bu bina şehrin simgelerinden biri. Bir de bu alanda deli gibi rüzgar esiyor. İşiniz yoksa fazla takılmayın derim.
Görülecek çok yer var bu kentte. Ama zaman var mı tabi onu sormak lazım. Bir çok müze var gezilecek. Ben sadece iki tanesini gezebildim doğal olarak. Biri savaş silahları ve giysilerinin sergilendiği ARMERIA REALE diğeri de roma duvar kalıntısı üzerine kurulmuş bir yapının ev sahipliği yaptığı ortaçağ ve barok dönemden kalma eserlerin sergilendiği müzeydi. İkisi de müthiş müzeler. Zaten bana ortaçağ de orda dur. Durmasan da farketmez çünkü ben orda fena halde durmuşumdur o an. Baltalar, zırhlar,atlar aman Allahım parıl parıl.Hayatta sevdiğim tek parıltı kılıç-zırh parıltısı herhalde. Ama süper bir siyah zırh da vardı güneş simgeleriyle dolu. Nasıl bir zahmet o zırhı giymek. Herşey yüzbin parça. Vidalar menteşeler. Ama nasıl kafa açıcı şeyler. Tüfek koleksiyonu içinde 4-5 parça da türk tüfeği vardı. Tek japon örneğinin yanında duruyordu. Diğer müze içinde bulunduğu yapı itibarı ile de görülmeye değer. Ahşap,taş,mermer,metal ortaçağdan kalma akla gelebilecek her türlü eser.Yapının kuleleri roma çağından kalma olduğu için kule duvarlarında ve giriş katta o dönemin izleri. Müthiş Müthiş Müthiş. Mısır ilgimi uzun zaman önce çekmeyi bıraktığı için gezmeyi düşünmediğim büyük de bir mısır müzesi var. Var da var işte.
Böyleyken böyle diyelim burda keselim.

Hiç yorum yok:

Boş işler bunlar...