
İlk defa tüm film boyunca saçlı görmek zorunda kalacağımız (o ne ızdıraptır o, bir bilsen) Gordon Liu 'nun canlandırdığı Ah To-ki vakti zamanında peruğunu Kaptan Spock'ın hediye ettiği söylenir-kung fu üstadı olma yolunda ilerleyen gencecik bir delikanlıdır. Babası tarafından evlendirilmek suretiyle başının yakılacağını düşünüp köşe bucak kaçsa da beşik kertmesi japon gelini görünce, evlenmeye dünden razıymış formatına geçip, düğün esnasında gelin ayağına basarken o da deftere imzayı basar.
Cicim ayları, normal evliliklerdeki süresinden kesinti yaparak daha kısa sürer, zira japon gelinimiz karate üstadı olma yolunda ilerlemek suretiyle evde kırmadık eşya bırakmaz. Karısının deyim yerindeyse biraz daha hanım hanımcık olmasını isteyen Ah To, azıcık da vurdu kırdıya mani olabilmek adına, sanılanın aksine 'elinin hamuru' olayına girmeden, japon dövüşlerinin kabalığından yakınarak karısına çin kung fu'sunun kadınlar için daha nazik hareketler içerdiğini şekillerle anlatır. Lakin japon gelin, bu durumu kültürüne karşı yapılmış bir hakaret olarak algılar. Dahası bırakınız dövüş sanatlarını, yemek yerken dahi iki kültür arasındaki farklılıklardan
(çinli damat Ah To'nun masada yemek yemesine rağmen japon gelin Kung Zi'nin ısrarla yerde yemesi gibi) taviz vermek istemeyen karı-kocanın arası gittikçe daha da açılmaya başlamıştır. Hemen akabinde çiftin kendi kültürlerinin dövüş silahlarını birbirlerine gösterirken ateşli bir kavgaya tutuşmaları- başkası olsa olayı 'nörotik' tarafa çekerdi kesinlikle (Yüop! Aile var!)-ve Kung Zi'nin kocası tarafından alt edilmesi olaya 'şimdilik' son noktayı koyar. Kung Zi, pılını pırtısını toplayarak Japonya'ya, baba ocağına döner. Biraz erkeğin alttan alması beklenir ya böyle durumlarda, işte kimi duygusal seyirci de Ah To'dan böylesi bir hareket beklerken, Ah To'nun tam aksine olayı 'odunlukla' örtbas etmeye çabalaması, babacan seyirciler tarafından karakterimizin gençliğine verilebilir. En baştan beri çiftin arasının açılmasında büyük payı olduğu görülen Ah To'nun beceriksiz, işgüzar yardımcısı bir kere daha devreye girerek Ah To'ya, karısını eve döndürmek için zorla mektup yazdırır. Filmin evlere şenlik hale gelmesi asıl bu mektupla başlar. Çünkü, aslında "Karıcım, evine, yuvana dön. Bi eşeklik yaptım. Beni affet." düsturlu olması gereken mektup, dedik ya işgüzar yardımcı diye, işte onun yüzünden "Çin kung fu'su, japon dövüş sanatlarına on bin beş basar, n'aber? Sıkıyorsa gel de karşılaşalım, sanatlarımızı konuşturalım" manasına gelebilecek bir meydan okuma şekline gelmiştir. 
Kung Zi, mektubu okumak üzere açtığı sırada, Kung Zi'ye içten içe aşk besleyen hocası Takeno (Yasuaki Kurata), el atıp mektubu kendine çeker, su gibi okuyup, "Vay sen misin bunu diyen!" diye Ah To'ya celallenip, başta kendi hocası olmak üzere dojosunun belli başlı adamlarını da alarak, çin kung fu'suna karşılık, japon dövüş sanatlarının (ninjitsu) üstünlüğünü ispatlamak niyetiyle, Yokohama Limanı'ndan Çin'e doğru yola çıkar.
Daha önce sayısız kereler durduğum gibi şu anda da duruyorum ve en uyuz yazı şekli, kendi sorduğum soruya cevap verme şekliyle devam ediyorum. Niye durdum? Çünkü Yasuaki Kurata dedim. Varlığından bile haberiniz olmadığı halde, bir filmde görür görmez ayrı bir hava veren oyuncular vardır ya, işte Yasuaki Kurata da benim için onlardan biri. Bu havayı ilk aldığım filmi Legend of the Fist idi. Dahası havasının en önemli nedeni bana basbayağı Cüneyt Arkın'ı hatırlatması idi. Evet, işte Cücü'nin japon versiyonu desem yanlış mı yapmış olurum? Takdiri sevgili büyüklerime bırakıyorum. Japon olmasına rağmen daha çok Çin filmlerinde karşılaştığımız Yasuaki Kurata abimizin günümüzdeki versiyonu için de Takeshi Kaneshiro deyip, hırpalanma kat sayımı da göz önüne alarak bu konuyu burada kapatıyorum.Herbiri kendi alanında birer usta olan japon dövüşçüler, Ah To'nun karşısına dikilerek, okuduğu meydana, meydan dayağıyla karşılık vermek istediklerini belirtirler. Ah To, "O benimle karım aramdaki bir sorun bir kere. Size noliyi?" diye karşılık vererek herşeyin üzerine tuz-biber ekmek üzereyken Takeno, hepimiz birimiz, birimiz hepimiz ana fikirli "Kung Zi'ye yapılmış bir hakaret, bize de yapılmıştır" sözüyle, Ah To'nun hergün bir japon dövüşçüyle dövüşeceğini bildirip ortamı terk eder. Ah To, her ne kadar kendi kung fu'sunun daha üstün olduğunu düşünmekteyse de, tedbiri elden bırakmayarak, hocasının da tembihlemesiyle sağdan sola kung fu'da bir stil; sarhoş stilini de öğrenip, sırayla japonlarla düellosuna başlar (Bir kere daha durmak zorundayım. Sarhoş stili kung fu'yu öğrendiği usta, aynı zamanda filmin yönetmeni ve hatta Gordon Liu'nun gerçek hayatta üvey kardeşi olan Lau Kar-Leung'dan başkası değildir. Sarhoş stili kung fu'nun en güzel icra edildiği filmlerden biri olan Jackie Chan 'in katlanılabilir olduğu ilk dönemlerine ait Drunken Master'daki sarhoş stil ustası Simon Yuen Siu Tien ise artık kader midir nedir, bu filmde Ah To'yu sarhoş stilini öğrenmesi için yönlendiren ustadır!).
Japonların karate, judo, katana, ninja yıldızı gibi dövüş teknikleri ve silahlarına karşılık kung fu'nun değişik teknikleri ve yine çin silahlarını ustaca sergileyen senaryo, Ah To'nun tüm japonları eleyerek Takeno'ya gelmesiyle heyecanı doruk noktasına çıkarmayı başarır. Final sahnesinde Takeno yani Yasuaki Kurata'nın müthiş yengeç stili kung fu ile gözleri her iki manada da dolduran performansı için dahi seyredilmeyi hak eden bu müthiş klasik, son kertede aslında her iki milletin de dövüş stillerinin güzelliğine vurgu yaparak, kendisinden önceki ve hatta sonraki bir çok filmdeki "düşman japon" imajını yumuşatmayı başarmış bir filmdir.
Yasuaki Kurata'nın yengeç stiline karşılık Gordon Liu'nun turna stiliÖzür dileyerek sonundan da dem vurmam gerekirse, zaten herşeyin 'fazla saygılı' japonlar tarafından yanlış anlaşılmasından ibaret olan film, Yasuaki Kurata'nın Ah To ile el ele vermesi ile nihayetlenir. Karısına ne olduğunu merak eden buyursun seyretsin! (Attığım ikinci kazık da bu olsun seyirci!)
Tek gazmeli kahraman Norman Chu'yu, Ah To'nun yakın arkadaşı olarak kısa bir rolde gördüğümüz filmin en ilginç yanlarında biri, her oyuncunun gerçek milliyeti altındaki rolde boy göstermesi. Daha açık konuşmak gerekirse çinli karakterleri çinli oyuncular, japon karakterlerin tümünü ise japon oyuncular canlandırmış. Diğer bir ilginç yan ise düelloların son derece adil bir düzeyde icra edilip kimsenin ölmemesi. Uzak doğu dövüş sanatlarında kullanılan silahlara ilgi duyan herkes için belgesel görevi gören filmden sizler için derlediğim ilk bilgiyi, çin mızraklarının ucundaki kırmızı püskülün çok pis şekilde rakibin dikkatini dağıtmak ve görme algısıyla dalga geçmek olduğunu söyleyerek yazıp bitirdiğime göre artık gönül rahatlığıyla kapı zilimin çalmasını beklemek üzere o tarafa doğru seyirtiyorum dostlar. Gordon Liu ile fotoğraf çektirmek isteyen benden randevu alsın çok rica edeceğim... 

ZHONG HUA ZHANG FU/SHAOLİN CHALLENGES NİNJA/ HEROES OF THE EAST /SHAOLİN NİNJAYA KARŞI
Y: Lau Kar Leung
Dövüş kareografı: Lau Kar LeungSenaryo: Ni Kuang
O: Gordon Liu Chia Hui, Yuko Mizuno, Cheng Hong Yip, Yasuaki Kurata, Simon Yuen Siu tien, Norman Chu...
Her zamanki gibi daha düzgün bir yazı için rahmetli Metin Demirhan'ın bloğunu lütfen ziyaret ediniz.
*Kendime not: Zaman zaman modern kıyafet yani takım elbise içinde gördüğümüz kravatlı Gordon Liu bana ne demek istemiştir anlamadım vallahi!






Hep dediğim gibi bir çinli ve bir japonu bir araya getiren filmden daha iyisi olamaz (Sakalım yok ki sözüm dinlensin). Her ne kadar Hong Kong menşeli filmlerde japonu canlandıran oyuncu çoğu zaman çinli de olsa, bu durum benim gibi üçüncü bir millete mensup seyirci için üç aşağı beş yukarı aynıdır sanıyorum. Aslında japonu bir çinlinin canlandırma durumunu elbette bir japona sorsak kimbilir neler öğreniriz. Kaldı ki hatırı sayılır miktarda Hong kong filminde japonların hep düşman rolünde olduklarını düşünürsek. Lakin benim görevim Jim, kimseyi fitillemek değil. (Kırılmayın çinli arkadaşlarım ama bu filmde de japonları tuttuğumu söylemem gereksiz kalacaktır sanırım. Ama tamamen ninjadan dolayı, yoksa başka amacım yok...)
Birinci filmden

Önce kırmızı, sonra mavi ışınlar gönderen usta, ‘disko tayms’ diye çığırdıktan hemen sonra iki elini birleştirip yeşil yeşil ışınlar çıkararak (Bana sorma niye yeşil diye), ortamı daha da eğlenceli bir hale getirir. Falcı Li Bu Yi , Wu Di ustası son darbesini Yun Fei Yang’a indirmek üzereyken uçarak içeri girip, ustayı engeller. Zaten sürekli hırpalandığına tanık olduğumuz Yun Fei Yang, karısı tarafından ortamdan uzaklaştırılır. Dövüşe hız kesmeden devam eden Wu Di ustasının el izi, bu esnada falcı Li Bu Yi’nin pantolonunda çıkınca, falcı, ustanın kısmetinin kapalı olduğunu, üstüne üstlük bir de kalp ritminin düzensiz olduğunu okur. Duyduğu bu kehanetle, afallayan usta, şaşkınlığını seyirciden gizleyemezken, falcı iki illüzyon hareketiyle ortamdan sıvışır.
Wu Di ustasının morali, doktordan aldığı “Gerçekten hastasın” cevabının ardından daha da bozulurken, Yun Fei Yang, ilginçtir, falcılık ve tıbbın birlikte kullanılmasıyla ilaçlarını aldıktan sonra ‘Dolunayda Reenkarnasyon Kayası’na yatırılarak nadasa, pardon iyileşmeye bırakılır.
Rakibi Wu Di ustasını bir punduna getirip, arkasına geçer ve şişirdiği karnıyla vura vura, zaten kalp ritminde düzensizlik olan rakibinin kan fıskıyesi haline dönmesini sağlar. Ölümcül tekniğin, japonların Hayalet tekniği karşısındaki bu yenilgisi, aynı zamanda karizmatik kahkahanın da sonsuzluk içinde kayboluşunun simgesi değil de nedir?

İlk filmin kaymağını yemek amaçlı yapıldığı ister istemez belli olan film, asabi kareografisi ve hiçbir yenilik getirmeyen tekniğine rağmen, yine ışımaya dayalı absürd görsel efektleri,’ uçan koza tarumar yarışması’ yapar gibi döne döne ilerleyen koskocaman koza veyahut ninjanın fırlattığı dana büyüklüğündeki yıldız gibi fantastik öğeleriyle, Yun Fei Yang’ın tüm odunluğuna rağmen, ilk film kadar şaşırtmayı başarıyor.


Rembrandt’ın Gece Bekçisi tablosunun belgesel formatında bizzat yönetmeni Peter Greenway tarafından anlatılmasından ibaret bu yapım iyi hoştu emme Beyoğlu Sineması’nın arka koltuklarında otururken ve önümüzdeki insanlar altyazıyı okumak için kendi önlerine doğru eğilip, bıraktım altyazıyı, ekranın belirli noktalarında kara delikler meydana getirmişlerken, üstüne üstlük buna bir de salonun havasızlığı eklenince, pek de zevk alamadığım, başka bir sefere izlerim inşallah diyerek, film biter bitmez salondan fırladığım bir deneyime dönüştü (Biraz daha uzatabilirim cümleyi, sen bakma düşüklüklere). Sanırım Shingetsu-badesu’nun ilk defa bu film esnasında ürettiği ‘Subtitle değil, uptitle istiyoruz’ konu başlıklı şikayetini bana iletmesi ise başka bir salonda başka bir filmde vuku buldu. Kendisine sonuna kadar hak ve destek verirken, buradan şunu da belirtmek isterim; ‘altyazı ve üstyazı’ da aynı manaya geliyor Shingetsu, artizsen artizim de onu bilelim!

Soruyu okur okumaz aklıma direk "Oturan dana" geldi, yalan değil. Bilmem açıklamanın gereği var mıdır ama ben kendimi bildim bileli otururum. Bir zamanlar takma adım da Bezgin Bekir idi, dikkatinizi çekerim. Her ne kadar son zamanlarda oturmakla ilgili bazı problemlerim oluşup, hafif hafif kıpırdanmaya başladıysam da olgunluk yolunda ilerlerken bazen karşıt şeyleri denemekte de yarar var. Aslında dana ile ilgili hiçbir açıklama yapmasam daha iyi olur. Şuraya bir fotoğrafımı koysam söze ne hacet?
