2.6.09

AY SONU OLAĞAN EFTEN PÜFTEN KONGRESİ

Ay sonu olağan saçmalama ve rapor verme kongreme hoşgeldim. BU LOG olayını oldukça yavaşlattım, farkındayım. Valla dostum ne bahane bulayım bilmem ki! Yoğunum ve yorgunum, desem ve kısa yoldan halletsem? Olmaz tabi ki! Uzatmak şanımdandır bilirim. Ahanda başlıyorum o halde yeni bir eften püften bu log girdisine, ki isteyen çıkabilir bittabi;

Efenim, malumunuzdur bir süre önce çalışma hayatına geri döndüm. Demektir ki, ‘tavuk uykum’ da geri döndü, yani 22.30’da ‘doğru yatağa’ durumu. Dolayısıyla akşamları kendimle yalnızca üç buçuk saat kadar başbaşa kalabiliyorum ki, bu da kendi dahil- ayıptır söylemesi- insanoğluna çok da katlanamayan biri için çok bile sayılır. Eh, haliyle izlediğim film sayısında da müthiş bir düşüş yaşanıyor. Zaten film hakkında çöpten bile daha değersiz olan yazılarımı yazmak, film süresinden bile daha uzun sürüyor. Daha önce seyrettiğim filmleri yazmak için bile şöyle bir ileri sarıp göz gezdirmem gerektiğinden film yazılarım azaldı. Bu 1. Bunun yanında kendimden uzak kalabilmek adına deli gibi kitap okumaya başladım, bu da 2. Takıntılı bir insan değilim ama takıldım mı pis takılırım. İşte fırsat bu fırsat deyip, türkçe yayınlanmış, tüm japon yazarların kitaplarını toplayıp, kendimi okumaya verdim. Şu hayatta birşey tavsiye ettiğim nadir görülmüştür,.. Tavsiye etmeyeceğim ama Ryu Murakami’ nin Yok Yere’ si ile Soseki Natsume’ nin Küçük Bey’ ini pek beğendim. ‘Yok Yere’yi Murakami’nin diğer yayınlanmış iki kitabından bile daha çok beğendim, o kadar yani. Natsume, Japonya’nın Tanzimat dönemi olarak kabul edebileceğimiz Meiji olarak bilinen Batılılaşma Dönemi’ nin bir yazarı ve kitap da, bu dönemde küçük bir kasabaya öğretmen olarak atanan özünde ‘haylaz’ bir gencin etrafında gelişen olaylarla dönemine bir bakış atan eğlendirici bir roman. Eğlendirici dediysek Laylayloy manasında demedim canımcım. Sen benim laylayloy biçiminde eğlendiğimi ne zaman gördün hem? Ha? Kitapların arasına çizgiroman kaynattığım da oluyor tabii. Ah, bak aklıma gelmişken bugün elime geçen ‘Tarkan’ ın yaratıcısı Sezgin Burak hayatı ve eserleri’ nden bahsedeyim mi? Kitabın hepiciğini henüz okuyamadım tabi ki ama akşam kendime ‘uyuma kızım’ telkinleri eşliğinde Documentariste takılma emri verince, belgesel öncesinde sessiz bir yere çömüp yarısına kadar okudum valla.
Sezgin Burak’ın eşi Türkay Burak tarafından kaleme alınan kitap akşam akşam pek iyi geldi. Şimdi dostum, daha önce hiçbirşeyin ve kimsenin hayranı olmadığımı belirtmiştim sanırım (Nick Cave hariç demiştim o zaman, ama ona bile hayran değilim hıh! Saç atma efekti). Adamın gelmişini geçmişini, içtiği sigara markasına kadar bilen bi tip değilim yani, o manada şey ettim. İşte Sezgin Burak’ı da çok geç tanıdığımdan kendimi hayran mertebesine koyamam. Zaten Sezgin Burak herşeyden önce Tarkan demek benim için. Tarkan’ı da çizgiromanından önce çocukken televizyondan tanıdığımı söylemeliyim. Napalım birader, yaşım tutmadı ki, o dönem gazeteden takip edeyim. Neyse efenim, ilgili arkadaş çok iyi bilir ki, bir dönem başta Star Tv olmak üzere,çeşitli tv kanalları Tarkan serilerini genelde ‘düzenli’ bir biçimde Allah’ın her Pazar günü verirlerdi. Ben de Allah biliyor ya, her seferinde bininci kez de olsa, put gibi koltuğa yerleşir kaçırmadan seyrederdim. Kişisel tarihim açısından daha da komiği, babam her seferinde koltuğumun arkasında durup, Kartal Tibet’i işaret ederek ‘Bu herif, küçücük cüssesiyle nasıl dövüyor onları be’ deyip, beni kızdırmak suretiyle, artık bilerek midir nedir, az buçuk seyir zevkimi alevlendirirdi. Şöyle normal düşününce aslında babamın söylediği lafı benim söylemem gerekmez miydi a dostlar? Yıllar yılıdır, tv’de Tarkan var ise ve babamla da birlikte evdeysek, muhakkak bu üstteki geyiği çeviririz sıkılmadan. Aman ne diyordum ne dedim (saat çoktan 22.30’u geçti. O yüzden uyku sersemliğiyle ne diyeceğimi şaşırdım. Lakin aşmalıyım bu 22.30 olayını, aşmalıyım evet evet...) Kitap piyasada satılmıyor. Tarkan Çizgiromanı ve Sezgin Burak’ın eserlerini Yaşatma Derneği Yayınları tarafından yayınlanan kitaba ulaşmak için http://www.taseyad.org/ adresine bakabilirsiniz. Ben de Ç.R.O.P’ tan öğrenmiştim zaten. Ah, bir de kitabı adıma imzalamış Türkay Burak. Şaşırdım! Çünkü bu benim ilk imzalı kitabım.
Daha daha işte nişanlananlar (Shingetsu-sama), çoluk çocuğa karışanlar (Fatih’in kedileri) oldu. Nişanlananları tebrik ediyor, çoluk çocuğa karışanları ‘arttırmayın len dünyanın nüfusunu’ diye azarlıyorum. Çocuk demişken, bu akşam seyrettiğim belgesellerden biri, Kalküta’nın yoksul mahallelerinden birinde kör ana-babasıyla yaşayan haylaz mı haylaz 3 yaşındaki Bilal adındaki bir veletin üstünden, o taraftaki yaşam koşullarını anlatan 2008 Hindistan yapımı idi. 21.yy’ın bir anlık bilinç aydınlanması yaşayıp, iki saniye sonra eski ‘kör’ bilincine dönen bir bireyi olarak, kendimden utanıyorum dostum ama benim de tüm yetim bu zaten. Pasif ruhum, bir an kıpırdandı doğrudur ama... Bu ‘ama’nın sonu hiç gelmez bilirsin.
Eh, fırsat bu fırsat! Moralim de yeniden bozulmuşken, sessizliğe doğru uzayayım bari. Dua edin, bu seferki sessizliğim uzun sürsün...

1 yorum:

karakacak1953 dedi ki...

Tuğba san
Ben Ryu Murakamin romanı okmadım.Ama Souseki Natsumen romanı okudum.Küçük bey diyince şaşışırdım.Makale okuyunca anladım.Japonca adı Bochan.
Siz 'Zikou Keisatsu'seyretinizmi
Bunun Türkçe 'Zaman aşımı birliği'Japon polis ve komedi dizidir.Ben izledim ve çok beğendim.Eğer seyretmeseydiniz buradan seyretebilirsiniz.http://www.ezgidizi.com/asyadizi/jikou-keisatsu-1-bolum-dizi-izle

Boş işler bunlar...