5.6.09

BİR FİLMLE RESTORASYONA GİRİŞ / LA CHIESA

Norman Chu geçen gün beni aradı. “İkide bir adımı söyleyip duruyormuşsun, kulaklarım çın çın! Bir ara versen de iki rahat etsem” dedi kaşla göz arasında. İşte bu sebepledir ki aslında Haşmetmaaplarının başka bir filminden söz edeceğidim emme onun yerine hem Chu’ya hem de Hong Kong’a kısa bir ara verip, İtalya’ya uzanmak istedim. Öyleyse bağırıyorum; SIRADAKİ! Sen değil teyze, hemen önündeki! Hah şöyle! Herşeyden önce, senaryosu Dario Argento’ ya ait olmakla birlikte yönetmenliğini Michele Soavi’ nin üstlendiği 1989 tarihli La Chiesa (The Church), türkçe adıyla bildiğimiz Kilise filmiyle ilgili Murat Kızılca tarafından yazılmış güzel bir yazıyı Öteki Sinema’ dan okuyabilirsiniz. Hatta bence, önce orayı okuyun. Çünkü ben filmi, aramızdan bazılarına pek de anlamlı gelmeyecek bir şekilde işleyeceğim. Hatta açık konuşmak (e pardon yazmak olacaktı) gerekirse mimari restorasyonla ilgilenen arkadaşlar kulaklarınız bende olsun. Zira derslerde susmak bilmeyen hocaları dinleyerek doğuştan sıkılgan olan canlarınızı biraz daha sıkıp, üstelik de hiçbir şey öğrenemezken, şuncağcız bir filmden neler öğreneceksiniz, bakın da görün! (Bu vesileyle Mimar Sinan’ın Bina Bilgisi hocalarına selam olsun. Zira her ne kadar aralarında ukala görünenleri çok da olsa, hiç değilse sinemanın değerini bilenleri de vardır ve zamanında, modern mimarinin taşlama ustası Jacques Tati filmlerini TRT-2’den yaptıkları kötü kopyalarla, Atilla Dorsay eşliğinde, ucundan az da olsa öğrencilere koklatmışlardır.)
Filmimiz, adının da bas bas bağırdığı gibi merkez üssü olarak gotik bir kiliseyi temel almaktadır. Yaptığım hesaplara göre kilisenin inşasına başlanılması 1200’lü yılları göstermektedir. Lakin hesap yapmaya ne gerek varmış? Dvd’nin arka kapağında ‘kapı’ gibi’ bundan 850 yıl önce’ diye bir ibare yok muymuş? Peki bakar kör olduğumu söylemiş miymişim? Şeytan tarafından doğru yoldan çıkarıldığı düşünülen bir kasabanın tüm halkı, Töton Şövalyeleri tarafından öldürülerek, cesetlerinin atıldığı çukur, mevzu bahis kilisenin temeli olarak kullanılmıştır. Şeytani güçleri kilisenin altına gömerek, üzerini de 7 gözlü taş ile mühürleyen kilisenin mimarı, öyle bir tasarım yapmıştır ki, bu mühür kırıldığı an kilisenin tüm çıkışları kapanacak, böylelikle kötülüğün dış dünyaya ulaşması engellenecektir. Yalnız, tarihte örneğine sık rastlayacağımız gibi, fanatik dinci diyebileceğimiz kiliseyi inşa ettiren rahipler, çok şey bildiğini düşündükleri mimarı, kendi tasarımı içerisinde öldürmekte bir beis görmeyeceklerdir. Aslında filmin nerdeyse sonuna kadar bizim için de bir sır olarak kalması gereken bu bilgiyi vermem, pek hoş olmadı değil mi? Filmin konusunu kısacık çıtlattıktan hemen sonra gelelim ana konu restorasyona. Bu bölümleri sahne sahne inceleyeceğiz arkadaşlar. Merak etmeyin, birer kopyasını Kaya Ozalit’e bıraktım.

Günümüze geldiğimizde kilisenin tarihi kitaplara ev sahipliği yapan kütüphanesine yeni atanan kütüphanecinin, çok sevdiğim alttan çekim ile kilisenin içinde yürüdüğü ilk sahnelerden birinde, biz de kilisenin iç mimarisini rahatlıkla okuyabiliyoruz.
Yan nefleri kaburga tonozla örtülmüş kilisenin, bu ve buna benzer sahnelerden anlaşılacağı üzere içeride, nemden dolayı tonozlarda oluşan sıva kabarmalarından başka bir sorunu görünmemektedir. Yeni kütüphaneci, restorasyon uzmanı Lisa’ya yaklaşırken, biz de duvar resmini daha ayrıntılı olarak görme şansını yakalarız. Nedense bana Neptün çağrışımı yapan, şeytani varlığın insan yiyişinin o dehşetengiz anlatımı, kilisede şeytani güçlerin olduğunun en belirgin işareti konumundadır. Zira güç açığa çıkarken, yanlış hatırlamıyorsam bu duvar resmi yavaşça duvardan silinmiştir. Biraz sonra daha detaylı tasvir etmeye çalışacağım, freskin restore edilme işlemi de resmen boşa gitmiştir. Restorasyon uzmanı Lisa, İtalyan’ın en sevdiğim tarafı, insana güven veren tipik iskelesinde çalışırken, akla, ‘elbaz’ yazmaya çabalayanınızın şimdiye kadar maruz kaldığı iskele tiplerini getirmektedir. Birincisi hepimizin bildiği ahşap iskele, ki 21.yy’da bile yılmadan, bilmem kaç katlı binalara dahi kurularak, cabbar cevahir ustalar tarafından çinli akrobatlara taş çıkartacak biçimde kullanılabilmektedir, çıkmaya tenezzül dahi etmediğim tiptir. İkinci tip iskele, demirden, ince kesitli, bol çaprazlı olandır, ki buna çıkmak için de bacaklarınızı maşallah iyice bir ayırmanız gerekmektedir. Ben yalnızca iki kat çıkabildim şimdiye kadar. Bir de çıkarken iyi de inerken çok fena! İnsanın, ağaç dalında mahsur kalmış kedi gibi hissedip, itfaiyeyi falan arayası geliyor. Yalnız hakkını yemeyeyim, bunların yandan takılma merdivenleri var. Üçüncüsü ise insanda en az italyan kardeşi kadar güven uyandıran kalın kesitli ve tek bir noktadan maymun gibi istediğin yere tırmanıp hareket etmene olanak tanıyanı ki, bunun bir de kalaslarla çepeçevre sarıldığını düşünsen, dünyanın en mutlu adamı olursun dostum, inan bana. İşin tuhaf tarafı, İtalya’da hangi yapı restorasyon altına alınmışsa, eksiksiz bir şekilde iskele ve kalaslarla sarılmış vaziyettedir. Ben sana ahşap iskele diyorum, sen hala ‘ya bizde?‘ diye soruyorsun. (Ahşap iskelenin de kullanılacak yeri var tabii, öylesi durumlar bu konunun dışındadır.)
Duvar resmini restore eden Lisa, temiz temiz çalıştığına göre belliki restorasyonun son aşamasına gelmiş, küçük küçük tamamlama yapmakla meşgul. Lakin temiz dediysek o kadar da değil. Bakınız alttaki resimde, ablanın kendisi, ellerindeki boyaların çıkmayışından dolayı, kütüphaneciye serzenişte bulunduğu sırada görülmektedir. Soavi’nin oyuncu seçimindeki bu gerçeklik beni gerçekten çok memnun etti. Zira kadının tırnaklarının kısa oluşu, aslında oldukça ‘pis’ olarak niteleyebileceğimiz restorasyonda dikkat edilmesi gereken bir husus diye düşünüyorum. Tabii süslü kokoş kız milleti, beni her daim yolda bırakıp, arada bir de yalancı çıkarıyor ama... Bu arada restorasyon uzmanı Lisa’yı canlandıran oyuncu Barbara Cupiti, bu türün ve Soavi’nin gözde aktrislerinden biri.
Duvar resmini rötuşlama işleminden fırsat bulduğunda kilisenin diğer sorunlarıyla da ilgilendiğini gördüğümüz Lisa, öncelikle zemin araştırması için kilisenin bodrumuna iner. Bir yapının restorasyonuna başlanırken ilk yapılması gereken işlemlerden biri ve hatta en önemlisi zemin araştırmasıdır. Takdir edersiniz ki çürük veya sağlam olmayan bir temelin üzerine ne yaparsanız yapın, yıkılmaya mahkum olacaktır. Filmle bağlantılı olarak zemin araştırma olayını bir daha ele alacak olursak, aletle yeri delen işçiye, fazla derine indiği ve yapıyı sarstığı için fırça atan Lisa, içten içe kiliseyle ilgili tuhaf birşeyler mi hissetmektedir? Hele işçinin, ‘kilisenin altında mağara gibi bir boşluk var’ demesi, bu hissi daha da mı alevlendirmektedir?
Restorasyonun bir sonraki aşaması olarak Lisa’nın duvardaki çatlaklara, çatlak ölçer dediğimiz cam levha yapıştırdığını görmekteyiz. Bunun ne olduğunu bilmeyen asistanlar var memleketimin güzel üniversitelerinde öğrenci, duy da inanma! Başta, kilisenin görünen kısmında pek fazla hasar yok demiştim ama işte bakın, bodrum katta dana gibi çatlaklar var imiş. Bir daha yineliyorum o zaman; ne kan akar bu çatlaklardan oluk oluk be!
Benim de çok konuşan hocadan bir farkım kalmadı mı? O halde son 5 dakikamızı kilisenin sorunlarını çok hızlı bir şekilde ele alarak geçelim.

Alt resimde görülen şey, cesetlerin gömüldüğü çukuru mühürleyen 7 gözlü taş. Gözleri oluşturan demir malzeme, her saniye üzerine şıplayan suyun da büyük katkısıyla çoktan korozyana uğramış vaziyette görülmektedir.

Bir diğer önemili hasar ise kilisenin cephelerinde bize göz kırpmaktadır. Trafiğe açık bir alan içerisinde konumlandığını söyleyebileceğimiz yapının gerek taş yüzeylerinde gerekse mermer yüzeylerinde kirlenme rahatlıkla görülebilmektedir. Özellikle başta karbon monoksit olmak üzere çeşitli gazlara maruz kalan mermer çörtende artık siyak kabuklanmalar oluşmuştur. Yapıya biraz daha yakından bakma fırsatını yakalayabilsek, belki yer yer bitkilenmeye bile rastlayabilirdik. Bu filmde değil ama kendi mimarimizden çok net bir örnek veren Çetin İnanç'ın Bilal-i Habeşi filminin şu sahnesine bir göz atabiliriz. Bakınız hem silmelerde yüzey kirliliği, hem soldaki kemerin yanında bitkilenme hem de izleyiciye en yakın kemerde birbirinden ayrılmış kemer taşlarını birarada tutmak için uygulanmış kenetleri ne kadar da açık ve net görmekteyiz. (Dini filmse mevzu bahis, na bu da dini film!)
Son olarak tarihi çevre içinde yeni yapılaşmaya örnek göstermekten de kaçınmayan filmimizde gördüğümüz giydirme cepheli yapı, tarihi yansıtmak suretiyle, kendi baskınlığını biraz olsun azaltmayı başarmış gibi görünmektedir. (Aman geyik bir tarafa, filmin nerede çekildiğini çok merak ettim ama bir türlü bulamadım. Ülke olarak %99 Almanya'da da, hangi şehirde?)
"Bir filmle restorasyona giriş" adı altında işlediğimiz bu dersimizi burada noktalarken, Allah vere de önümüze hep böylesine bereketli filmler çıksın diyerek, kendi kafamdaki çatlak ölçerleri kontrol etmeye gidiyorum.
LA CHIESA (1989)
Y: Michele Soavi
S: Dario Argento
O: Tomas Arana (kütüphaneci), Barbara Cupisti (Lisa), Asia Argento (yeniyetme haliyle, ki aynı zamanda filmden en karlı çıkan kişi rolünde)

2 yorum:

KIZILCA dedi ki...

Filmin dış mekan çekimlerinin tamamı Budapeşte ve Hamburg'da yapılmış.

Bu arada yazının başında verdiğin link için de teşekkürler. Rockn'Roll!

Tuğba dedi ki...

Asıl ben, yukardaki bilgiyi verdiğin için teşekkür ederim :-)

Boş işler bunlar...