Haftasonları malum, yeğenle (bu kelimeye de hiç alışamadım alla alla) takılma günleri. Ablam “Minnoş ’u tiyatroya götüreceğim, gelmek ister misin?” diye sordu (gelmek fiiline özellikle vurgu yapıyorum), ben de "Olur" dedim. Yeğen üç (rakamla 3) yaşında, o yüzden Brecht seyredecek halimiz yok! Akatlar Gösteri Merkezi’nde Atlıkarınca adlı bir çocuk oyunu varmış, oraya gidiyoruz. Zaten burda oynayan hemen hemen bütün oyunlara götürmüş kendisi Minnoş’u. Ben de Allah biliyor ya, tiyatroyu severim ama en son Devlet Tiyatrosu’nda "Ben Ruhi Bey Nasılım?"ı, bir de Şehir Tiyatroları’nda adını tam hatırlamadığım, ama “Can Ateşinden Kanatlar” olabilecek bir oyun seyrettim. Ondan sonra hak getire! Klasik geyik “Ama zamanım yok”u terbiyesiz bir şekilde size doğru da çektikten sonra biraz da çocukkenki tiyatro geçmişimden söz edeyim de ruh durumumu üç-beş anlayın. Sanırım ilkokuldayken seyrettiğim abartılı ve bol gürültülü bir çocuk oyunu yüzünden uzun yıllar tiyatrodan ayrı kaldığımı itiraf etmeliyim. Lisede dahi bu fobi kendini okulun müsamere kolundakilerin hazırladığı klasik temalı gösterilerde sık sık göstermişti. O yüzden çocuk oyunu dendi mi haddinden fazla bir müddet dururum, lakin genelde de anlamsızca durduğum için insanlar çok üstünde durmaz. İşte Akatlar’dan içeri girdik, ablam biletleri aldı. Elime önce biletleri, ardından da Minnoş’un elini sıkıştırıp “Oyun 1 saat 20 dakikaymış, ben bitince gelirim, size iyi seyirler” dedi. Ağzının kenarına da bildiğimiz o yan gülüşlerden birini yerleştirip, ben daha birşey diyemeden kapıdan hızlıca çıkıverdi. Her ne kadar uzaklardan uzaklardan bir müddet kahkaha sesleri işitmiş olsam da “Aklımın bana bir oyunu mudur bu acebe” diyerek pek oralı olmamaya çalıştım. İnsan en yakınından yediği kazıklardan en çok acıyı duyarmış derler (dememişler mi?) Ben daha ne olduğunu anlayamadan Minnoş “Çikolata alalım, resimlere bakalım” diye diye beni bir oraya bir buraya çekiştirdi sağolsun. Azıcık stres yaptım doğrusu. İlk defa Minnoş’la yalnızım ve fobim olan bir çocuk oyunundayım. Dahası etrafımda da artık anaları hafif vurdumduymaz olmuş bir sürü başka çocuk var! Neyse salona geçtik, bizimki, yan koltukta oturan kendinden daha küçük olan çocukla dans etmek suretiyle hemencecik iletişim kurmayı başardı. Ben de benim yanımdaki koltuktaki kadınla iletişim kurmaya çalıştım ama... Neyse kapatalım bu konuyu...Ne diyordum? Ne? Aslında birşey demiyormuşummuş? Ne?...
Serhat Akkaş tarafından yazılıp yönetilen Atlıkarınca adlı oyun, beklediğim kadar korkutucu çıkmadı, hatta bir elim çenemde “hımm hımm” diyerek uyuz bir takım şahıslar gibi gözlem yapmış değilim ama büyüklerin daha çok eğlendiğine şahit oldum. Zaten konuyla ilgili deneyimim, anlattığımla sınırlı olduğu için yorum morum yapacak değilim. Demem o ki, bir çocuk oyunundan beklenebilecek öğretici konular içeren, eğlendiren, yer yer güldüren güzelce bir oyundu. İkinci bölümünde gölge tiyatrosunu da gövdesine alarak beni de içine almayı başardı ya da ışıklar tamamen karartıldığı için de olabilir bittabi... Oyun sonu, bizimki, anasını kapıda görür görmez ona doğru koşuverip beni oracıkta satarak, anasından alacağım intikamın iki kat “dadlu” olmasını sağladı.
Sizlere Minnoş’umun bizzat benim için çizdiği, takıntısı elma ağacı ve kendi deyişiyle “Tombiş Kuş” temalı resmiyle veda ediyorum.
2 yorum:
güneşin gözleri minnoş tarafından mı çizildi?????
Hepsi onun eseri. Ben hiçbir müdahalede bulunmadım. O esnada Minnoş'un suluboyasını bitirmekle meşguldüm. Lakin benim resimlerimi alıp duvarına asan yok beğğğğ! :))
Yorum Gönder