15.2.10

BU BİR ÇATLAK DEĞİLDİR!

!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin ilk mahsullerini (Kızılca-sama’nın nev-i şahsına münhasır o yüce başlangıç cümlesine saygıyla), toplamaya başlamış bulunuyorum. Kendime ve hayattaki yegâne sevdiceğim uykuma zarar verme pahasına (hoş, yegâneliği elden gitmek üzere ama o başka hikâye) başladığım bu seneki film yolculuğumun, bu bloğu az buçuk ilgilendiren ilk filmi Here hakkında 1-2 şey yazmazsam ayıp olmaz ama ben yine de yazayım, bu arada kafamı toplarmış gibi yapayım dedim.

Nedense akıl hastası ya da ruh hastası olarak tanımlamanın içimden gelmediği, onun yerine hayatın rutini içine ‘çatlak’ açmayı başarmış bir grup ‘hasta’nın, yerleştikleri akıl hastanesinde, videocure adı verilen yöntemle tedavi sürecini anlatırmış gibi görünen, oysa asıl derdi, insanın doğrudan kendine hitap ederek söyleyebileceği ‘beni’ orda arama olan, aslen video ve performans sanatçısı olan yönetmen Ho Tzu Nyen’in ilk uzun metrajlı, cümleyi biraz daha uzatmaya devam edersem, ortaokul İngilizce örtmenimin beni alnımdan öpeceğini düşündüğüm (zira var mı Türkçe’de böyle upuzun cümleler?!) bir film Here. Filmin ıcığını cıcığını çıkarmadan, başka bir tarafımdan anlamış olabileceğime dair şüphelerim olsa da dillendirmektan çekinmeyeceğim kıssadan hissesine gelecek olursam, geçmişi değiştirmeye çalışmanın anlamının olmadığı, geçmişi değiştirmeye çalışmaktansa, yani ‘orada’ çakılı kalmaktansa, aksine şimdi ‘burada’ olmanın değerini bilmek gerektiği gibi kimisine moral bozucu kimisine moral verici şeylerden bahsettiğini yazarım filmin çekinmem. Bunalım ruhlar, sırf filmi kendi taraflarına çekmek için az önce bahsettiğim malum yerlerinden bir şeyler uydurmaya kalkışacaklardır ya ben de mutlu olmak istiyorum, gülmek istiyorum hahaha! Öhö! Ne diyordum…
MÜDÜRİYETTEN RESMİ UYARI: Duchamp-Foucault ve bilimum diğer görsel-sessel sanatlar açısından konuya yaklaşacak olan arkadaşların, tam da “burada” hızla uzaklaşmalarının kendi akıl sağlıkları açısından uygun olacağı uyarısını vererek, ben geleyim boş beynimin takıldığı, Komakine’nin da gülmekten kendini alamayarak, “intikam alınacaklar” listeme girmeye hak kazandığı filmle ilgili asıl sorunuma. Belki malumunuz belki değil, mimari restorasyon denilen zımbırtı, aslında ‘tarihi’, halk dilinde ‘eski’ olarak tabir edilen yapıların iyileştiricisi yani bir nevi doktorluğudur. Tarihi yapılarda meydana gelen hasarlara baktığımızda, statik bazı sorunlar dolayısıyla çatlakların başı çektiğini söylemek yanlış olmaz sanıyorum. İşte bendeniz de, meslek içinde ‘Çatlak Master’ ünvanına oynadığımdan (hem meslekî hem de kişisel olarak alınabilir anlam), filmin ana karakterinin, hastaneye yolunu düşüren vukuatının önünü açan ‘çatlak’ mevzusuna takılmasam kendimden bittabii şüpheye düşebilirdim. Karısını öldürme eylemi öncesi, tavandaki bir çatlağa takılan adam gibi benim de oldukça ilgimi çekmiş olan bu çatlak, acaba benim zihnimde ne gibi zararlara yol açacaktı. Buyrun, bakalım hep beraber:
Bu bir çatlak değildir!
Efenim, resimde A noktası olarak gösterdiğim yer, çatlağın başlangıç noktası olup asıl tetikleyicinin de yerini göstermektedir. Çatlak efendi, tetikleyicisine uyuzluk olsun diye sürekli ondan uzaklaşmaya çalışırken hep kendinden dışarıya doğru dallanıp budaklanacak, hissizleştiği anda da durma noktasına gelecektir. Burada önemli olan ‘dışarı’sıdır. Yani yuvarlak içine aldığım alandaki ana çatlak parçasının tersine dönmüş çatlaklar, gerçeği yansıtmamakta olup, filmin gerçekçiliğine kendi açımdan müthiş bir darbe vurmaktadır (Abartı Gıraliçası oldum şu an). Kendi açımdan bu darbeyi savuşturacak tek şey ise herhangi bir yerden başlayarak ‘yanlış’ sonlanan ve televizyona inmek suretiyle köşeden devam eden her iki çatlak arasındaki o pürüzsüz mesafe aslında, başkası tarafından görünenle görünmeyen, görünenle görünmeyecek olan, görünenle görülemeyen arasındaki insan hayatının bir tezahürü değil de nedir?
“Bu ne saçma bir yazı be!” diyerek eleştiri oklarını üzerime atmaya kalkışacaklara gözdağı vermem gerekirse; Kardeşim, saçma olan hayatın kendisi zaten. Benim de biraz katkım olabildiyse bu açıdan, ne mutlu bana.

manet-manet-manet-manet ?

Hiç yorum yok:

Boş işler bunlar...