
Osmanlı'nın Bizans'a nüfuzu...

Bozdoğan (Valens) Su Kemeri'nin sonuna doğru...
Hâlâ faaliyette olan bir dokuma atölyesinin, sokağa taşan ritmik gürültüsünü yalıtan ahşap kapısının tabelası

Osmanlı'nın Bizans'a nüfuzu...

Bozdoğan (Valens) Su Kemeri'nin sonuna doğru...
Hâlâ faaliyette olan bir dokuma atölyesinin, sokağa taşan ritmik gürültüsünü yalıtan ahşap kapısının tabelası
Yapacak çok daha iyi bir işim olmasına rağmen, şu an burada oturup bir kung fu filmi yazdığım için kendimi alnımdan öpmek isterdim. Lâkin hayat, insana o kadar cömert(!) davranmıyor. Beni böyle bilgisayara kilitleyen film, şeriat kanununun “kısasa kısas”ının bir benzerini kendine temel almış, Hong Kong’un bir numerolu yönetmenlerinden Chang Cheh’nin elinden çıkma. Bu vesileyle uzun zamandır ihmal ettiğim kung fu filmlerinden özür diler, ninja pijamalarıma bürünüp, filmi yerlebir etmek için ilk girişimi yaparım. İmtihan başlasın!
Klasik uyarımı yapayım. Tüm konuyu anlatıyorum. İstemeyeceğiniz kadar detaya giriyorum. “Yok ben bunu seyredeceğdim de, oha bu kadar da açık verilir mi be yav” gibi farklı şivelerde serzenişlerinizi mailime atın… Ha bir de istediğiniz merciye şikayette serbestsiniz. Bir de +18 diyelim, aşırı şiddet gösterisinden dolayı…
Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenmeye çalışmanın, küçük şeylerden sinir kapmaya yol açtığını... Tabii herkesin 'küçüğü' kendine!
İçimizin dışımızın zombilerle dolduğu son zamanlarda, 2007 yılında yapılmış Zombie Loan adlı animeden yalapşap bahsetmek istiyorum. Resmi olarak 'shounen' türü gözüken anime, Shinigami yani ölüm tanrısının görme yeteneğine sahip bir kızla, onunla aynı yaşta, legal zombi olan iki oğlanın, 'insan' hayatlarını geri kazanabilmeleri için, illegal zombileri avlamalarını anlatıyor. Toplam 13 bölümden oluşan bu anime, Pitch-Pit diye tanınan iki bayan manga çizerinden oluşan grubun aynı adlı mangasından uyarlanmış. Her ne kadar finalinin ucunun açık olmasına rağmen, 2.sezon gibi birşey yapmamaları, animeyi sevenleri şaşırtmış olsa gerek. Lâkin, artık yaşımı başımı almaya başladığı farketmemden midir, nedir, bilmiyorum ama bana kalırsa, bir sonraki bölümün konusunu, bir önceki bittikten sonra yazdıkları kanısına vardığımdan pek de şaşırtıcı değil. Buraya kadar animeyi beğenmediğim gibi bir izlenim vermişsem, ne münasePet canım! oldukça sevdim, hatta eğlendim. Ama bazı animelerde olduğu gibi, beni ekrana yapıştıracak bir hava da bulamadım Zombie Loan'da.
Yeniyetmeler için anime sözlüğü yapmadığımdan, çok fazla olayı didiklemeyip, açılış ve kapanış parçalarının tam da istediğim tarz (açılış şarkısı The Birthday'den Yûsuke Chiba'nın, kapanış şarkısı Mucc'tan Satochi'nin), bol gürültülü olduğunu belirtip, şu an hâlâ oturmaya devam ettiğimden, hiç istifimi bozmadan, youtube'dan arakladığım kapanış şarkısıyla yazıyı tamamına erdireyim diyorum.
Şu filmi de aradan çıkarayım da kafam rahatlasın. Bu defa korku-komedi türünün Hong Kong’lu üstadlarından biriyle devam ediyorum. Lam Ching Ying abimi, daha önce Mr.Vampire filmi vesilesiyle buraya misafir etmiş idim. İşte şimdi de henüz geçenlerde elime geçen Magic Cop DVD’si vesilesiyle yeniden ağırlayayım diyorum.
Eski bir taocu rahip olan polis Lam amcanın komşusu yaşlı teyzenin başka şehirde yaşayan torunu ölünce (tamlamaya bak!), cesedi teşhis etmek ve hatta teyzeye getirmek için Lam amca, kendi yeğeniyle yola çıkar. Torunun ölümü normal bir ölüm değildir. Zira uyuşturucu kaçakçılarının peşinde olan polis ekibi, bir lokantaya pusu kurmuşken, ortamda, eline kelepçelenmiş bir çantayla ‘buz’ gibi oturan yeğen, polise direnç gösterince, çıkan çatışmada ölür. Torunun çatışma esnasında ölmesi, olayın sadece bir yüzüdür. Çünkü otopsi odasında cesedi inceleyen Lam amca, torunun polis kurşunuyla değil, çok daha önceden öldüğünü ve buz büyüsüyle dondurulurak canlandırıldığını farkeder. Tüm bu büyü müyü laflarına anlam veremeyen çömez polis ekibinin birbirine zıt iki karakteri, bu andan itibaren, Lam amcanın eski iş arkadaşı olan amirlerinden, olayı Lam amcanın devralacağını ve ikisinin de ona yardımcı olması gerektiği emrini alırlar. Çömezlerden biri, mantıklı bir açıklama bulamadığı şeylerle karşılaşmaya başladıktan sonra Lam amcaya ısınırken, diğer çömez polis, son dakikaya kadar amcaya muhalefet etmeye devam edecektir. Lam amca ise, son derece seri hareketlerle birleştirdiği kocakarı metodlarıyla uyuşturucu kaçakçısı çeteyi anında ortaya çıkarıp, büyü işinde en az kendisi kadar yetenekli kadın elebaşını alt etmeye çalışacaktır. Üçüncü elemanımız seyirci de isterse kahkalarla, isterse benim gibi içinden gülerek hoş bir film seyretmenin keyfine varacaktır.


2.Şüphelinin kaçmasını engellemek için ayağına kelepçeyle kendini bağlayan 'zeki' polis!

Tezuka Productions’ın 2009 ürünü olan animenin yönetmeni Osamu Dezaki efendi. Benim gibi isim hatırlama özürlü varsa içinizde, kendisi, Berusai No Bara nam-ı diğer The Rose of Versailles/Lady Oscar, Nobody’s Boy: Remi, Shuranosuke Zanmaken: Shikamamon no Otoko/Sword of Truth gibi animelerin yönetmeni olur. Fazla söze gerek yok yani, onu demeye çalışıyorum.
Konuya gelecek olursak, Genji, adı ısrarla belirtilmemiş Japon imparatorunun, son derece yakışıklı oğludur. İmparator, Genji’ye karşı öyle bir muhabbet besler ki, bu kızdan daha güzel oğlanın, imparatorluk işleri içerisinde heba olmasını istemediğinden, imparatorluk sarayının dışında büyümesi için, onu uzağa gönderir. Dolayısıyla, Genji hiçbir zaman tahta geçemeyecektir. Henüz 9 yaşındayken, kendi sarayının havuz kenarında gördüğü, kendisinden bir kaç yaş büyük kıza abayı yakan Genji, hayatı boyunca peşini bırakmayacak bir aşka ve elbette ızdıraba da kapısını açmıştır. Halbusu yüce insan Nick Cave’in şu şarkısını dinleseydi, hazırlıksız yakalanmamış olurdu diye de düşünmüyor değilim; So if you're sitting all alone and hear a knocking at you door,and the air is full of promises, well buddy, you've been warned! (Uzun zamandır Cave hazretlerini bir yerlere sıkıştırmıyordum, iyi oldu bu...). Daha çocuk yaşta aşık olduğu o kız, babasının yeni eşidir ve işin kötü(!) tarafı, onun da duyguları Genji’ye yöneliktir. İşte bundan sonrasında kız izleyici mendilini hazırlasın uyarısında bulunma mecburiyeti hissediyorum.
Lakin bu öyküde her ne kadar bir tane ‘derin’ aşk var ise de (derin derken ne kastettiğimi ben de pek bilmiyorum doğrusu), ona ek olarak, etkileyici Genji-Sama’nın etrafında başka türlü aşklar da mevcuttur. İmparatorun karısına karşı duyduğu aşkın imkansız hale gelmesi ve prens olması dolayısıyla başka bazı saray içi evlilikler vs gibi nedenlerle o çiçekten bu çiçeğe konan Genji, her ne kadar gününü gün eder gibi bir izlenim verdiyse de, hikayenin asıl anlattığı şey, saray içi ilişkiler ve her biri oldukça farklı karaktere sahip saray erkanının halleri olması dolayısıyla belgesel niteliğinde izlenebileceği kanısındayım. (Ya kardeşim, kısaca Genji’nin kadınlar arasında heba olması de, geç, ne uzatıyorsun? Noldu? İmparator, “yavrum içişlerinde heba olmasın” dedi, bu sefer de kadınlar yedi bitirdi gül gibi adamı. İmza içimdeki hanzo...)
Toplam 11 bölümlük animenin pembe dizi formatında olduğunu ekleyeyim. Zira ben hep “Şimdi aksiyon olacak, şimdi kıyamet kopacak!” diye beklediysem de yalnızca 3.-8.-ve 11. bölümde aksiyona yönelik ufak sahneler var. Dolayısıyla, doğrudan kız izleyiciye hitap ettiğini söylemekte beis görmüyorum. Görsel olarak oldukça doyurucu olan hikayeden, kişisel olarak biraz sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Tüm o “Genji-Sama, kulun kölen olim” havası “Aksiyon istiyoz ülen!” altyapılı benim gibi odun bünyelere ağır gelebilir. Dikkatli olmak lazım. Son olarak bir gözlemimi de aktarayım. Genji, başta olmak üzere erkek karakterlerin çizimi biraz 70’ler havası verdi bana. Bir de açılış müziği ne alaka dedirtirken, kapanış müziğini de pek etkileyici bulamadım. Daha ağlak birşey beklerdim...
Restorasyona giriş ikinci dersimizi fazla kafa ütülemeden sohbet havasında yapmak istiyorum arkadaşlar. Zira her hoca gibi benim de öğrencime ayıramayacak bol zamanım var. Toplantının biri bitse bir diğeri başlıyor ben ne yapayım?! Birinci dersi kaçıranlar için, fotokopileri ozalite bırakmıştım. İsterseniz ordan bi göz atın önce. Sonra hemen hemen aynı seviyede, belki biraz daha hafif geçecek bu dersimi de alıp almamaya karar verin. Oh, ne uzattım gene. Sen öndeki, çok soru soruyorsun, dersi uzatıyorsun! Arkaya geç bakim! 






Allahın zavallı kullarından biri olan bendeniz de, çalıştığım yer civarında sürekli olarak çevre halkının hoşnutsuzluğuyla karşı karşıya kalmaktayım. Bazen yılar gibi olsam da, genel de bu tür insanlarla cesurca savaşmaktayım. İşi gücü olmadığı halde, tüm gün şantiye etrafında takılarak, farklı mevzilere konuşlanan bu amca ve teyzeler, suratımda hafif bir ışık gördükleri her an (ki somurtuğun önde gideni olduğumdan yaklaşmak öyle kolay değildir), “Ne zaman bitecek yavrım inşaat?” temelli soruyu yüzüme çarpmaktan çekinmezler. İlk başlarda, sakince ne yaptığımızı, restorasyonun ne olduğunu anlayabilecekleri dilde açıklamaya çalışırken, zaman içerisinde sorunun “Ne zaman bitecek yavrım restorasyon?” halini almasından dolayı, ben de tavrımı biraz sertleştirme gereği duydum. Cevap vermek adına sert çıkıp, ister istemez ağlamaklı ses tonuna bağladığım -ki yer yer işin içine günahı münahı da sokup, sinsilikle kendimi acındırdığım da olmuştur- anlardan sonra çenemi yormanın boşuna olduğunu farkettiğimden, artık soran olursa, iş tabelasının yerini gösterip, “Orda yazıyor!” demekle ve yahut hiç kaale almayıp, “Bilmiyorum teyze, ben de öylesine bir çalışanım burda” demekle yetiniyorum. Arada bir, banklarda oturan amcaların, çalışmaktan anası ağlayan işçilere bakıp bakıp, “Bunlar bir işi beceremiyor, Osmanlı nasıl yapmış koskoca camiyi?” serzenişlerine kafa göz girmek istiyorum ama bu memlekette doktorluğu bile ‘iki tıktık bir tıktık’ diye tanımlayan insanların var olduğunu bilmek beni engelliyor. Diyeceğim o ki, genç, seçtiğin yolda, önüne, kafanı aptal saptal sorularla doldurup, ters etkiyle boşaltmak isteyecek insanlar çıkacaktır. Sana bu konuda yararlı olacak seçmeli dersin Ninja Sinsiliği olduğunu hatırlatmak isterim.

Filmin nasıl sonlandığını soran arka sıradaki öğrencime cevap verirsem, ekibin açık havada çalışmasından dolayı, senaryo kağıtlarından bir kısmının rüzgara kapılıp uçtuğunu söyleyebilirim sanıyorum.
Arkeolog Liza'ya gel! Hanfendi, tarihi freskoyu hunharca parçalarken!