Bu sefer arkası yarın yapmayı başardım sanırım. Dünden devam;
Trenden indikten sonra bu sefer bana, bi gencim güzelim havası geldi, gene otobüse binmeden verdim kendimi sur içindeki Perugia’ya doğru yola. Ben en çok burda pişman oldum okuyucu. Bir yokuş ki anlatamam. Burnum yerden gidiyor, o derece. Artık nefes alamayacak vaziyetteyim yani. İki tarafı yeşillik bir patikada yürüyorum, burnumda yağmur sonrası ot kokusu. Böyle “ölüyorum ölüyorum” diyerek vardım kentin kapısına. O an herşeyi unuttum tabi. Assisi gibi Perugia da bir ortaçağ kenti. Çıplak bırakılmış taş duvarları, daracık ve bomboş sokakları, kemerlerle birleştirilmiş çarpık konumlu evleriyle, gri gökyüzü altında insanı intihara dahi götürecek bir hissiyatı var. Ama “Şimdi ölüm nerden çıktı?” diyecek olanlar için, siz yine yaz mevsiminin masmavi gökyüzünün altında düşleyin derim bu kenti. Ben, fotoğraf makinemin objektifini mesken tutan yağmur damlalarını silmekle kalayım. (Beğğh gözlerim yaş yaş).
Burda Perugia’ya biraz ara verip ıssız sokaklardan bahsedeyim. Öğleden sonra 13.00 ila 15.30 arası hayat, sokaklarda duruyor. Hani İstanbul’da ya da ne bileyim başka şehirde sokaklarda dolaşırken burnunuza kızartma ya da yemek kokusu, kulağınıza hiç yoktan bebek ağlaması gelir de yalnızlık duygusunun yanından bile geçmek aklınıza gelmez ya, işte İtalya sokaklarında ne koku ne ses! Bu insanlar bir tarikatın parçasıymış gibi çıt çıkarmadan nerelere gidiyorlar hiç anlamadım doğrusu. Şanslıysanız bir tek haftasonları sokaktan geçerken evlerden gelen televizyon sesi kulağınızı doldurabilir. O da %99 maçtan gelen sestir ki o bile yeter iyi hissetmeye.
Perugia’ya ara vermemin hiç nedeni yokmuş çünkü söyleyeceğim bundan ibarettir. Başka ne anlatayım bilmem ki! Türk dönercisinden mi Lübnan dönerinden mi bahsedeyim? Nereye dönsen kebapçı dolu zaten. Bir de üniversite nedeniyle burda da çok fazla yabancı var. Komik olan şu ki kime birşey sorsanız yabancı çıkıyor. İtalya artık italyanlara ait değil sanırım. Bir tek televizyonda görebiliyoruz italyanları! Göçmen sorunu had safhaya çıkmış durumda.
Dönüş yolunda yine aynı yokuşun inişini denemeye karar verdim. Hay salak kafam! Dimdik bir iniş ve ıslak yerler. Kendime ne desem az ya burda söyleyip kulaklarınızı şey etmek istemem. Böyle yarı karanlık yarı aydınlık yolda kaya kaya, şimdi gittim, şimdi bittim diye diye istasyona kazasız belasız vardım neyse ki. Geç saatte Floransa’ya ulaşıp güzel de bir uyku çektikten sonra ertesi günü tamamen Floransa’ya ayırmaya karar vermiştim.
Sabah bavulu yine istasyondaki emanete bıraktım, ver elini Dominiken kilisesi Santa Maria Novella. Bu kilise hemen istasyonun karşısında. Gotik olmakla birlikte dış cephesi , kırmızı yeşil (porfir) mermerlerle yüzyıllar sonra inşa edilmiş bir kilise. Bu kiliseden yana şansım hiç gülmedi bilir misiniz? Birkaç yıl evvel Floransa’ya geldiğim vakit buranın yakınına dahi gelmek nasip olmamıştı. Şimdi kaç gündür Floransa’dayım, gel gör ki hep sırttan görüyorum kiliseyi, cephesi istasyona ters kalıyor. Zaten yok hostel bulacağım, yok uyuyacağım diye bir türlü ön tarafa geçememiştim bırakın içine girebilmeyi. Gene erkenden kalkıp yola koyulduğum için bu sefer kiliseyi açık yakalayamadım ama bakın başıma ne geldi; Kilisenin ön tarafındaki dış kapılar açık. Birine doğru yöneldim. İç kapının üstünde çekiniz yazıyor ama kapı kolu yok. Pes eder miyim hemen. Ne münasepet! Olmayan tırnağımla kurcaladım biraz. Yok, açılmıyor. Dışarda da çekik gözlü biri arkamdan yeltendi. Ben oralı olmadım, diğer kapıya yöneldim. Yine aynı şey; çekiniz ama kapı kolu yok. Aynı şey dedik ya! Yılmam. Kurcalıyorum. Arkama döndüm çekik gözlü daha da yaklaşmış. Kıza dönüp “Kapalı herhalde” dedim. “Öyle mi?” deyip bir de kendi denemek için yeltendi. Bu arada kapının üstünde sağa dönük bir ok koymuşlar. Kız hemen kapıyı yana doğru sürmeye çalıştı. Dedim ki kesin japon bu! Parantez açıyorum (Bilmiyorum farkında mısınız ama ben japon delisiyim. Her ne kadar burda çin delisiymişim gibi gözükse de her ikisini de sevmekle beraber japon, Japonya daha ağır basıyor. Böyle gezilerde japon turist grupları görünce “ah canlarımın içleri” vs gibisinden takılırım bir müddet yanlarında. Tabi fazla abartmadan...) Parantezi kapattım. Kızla birlikte dışarı yönelirken, gayri ihtiyari hiç sevmediğim muhabbeti “Memleket nire?” yi yapmış bulundum. Japonum deyince, başladım “bülbül” gibi japonca şakımaya! Ben türküm ama japonca öğreniyorum gibisinden birşeyler deyince kız da bana dönüp türkçe “Ben de Japonya’da üniversitede türkçe öğrendim” demesin mi? Biz orda, karşılıklı bir patladık ki anlatamam. Ben istedim bir göz oldu iki gözüm (!) (ya da bunun gibi birşeydi. Böyle deyişleri hayatım boyunca hiç adam gibi söyleyemedim ya ona yanarım). Bu esnada bir önceki gün tanıştığım italyan kız vardı ya Assisi de, işte onu bol bol anmış oldum sevgili okuyucu. Kumiko-chan’la tüm gün beraber gezdik. Bir insan bu kadar mı cana yakın ve sempatik olur yahu! Bir de ben biraz tuhafım (kötü anlamda tuhaftan bahsediyorum) ya beynen, kimi insan söylediğim şeyleri anlamaz pek, garip garip bakar suratıma, çok gelir başıma bu! Ama Kumiko-chan’la nasıl süper bir ikili olduk anlatamam. Karşılıklı ne dediysek kahkalardan öldük öldük dirildik. Bu arada türkçe japonca karışık konuşuyoruz ki yeni bir dil doğdu sanırım. Hoş ben hep yapıyorum bunu. Japonca ile türkçe’nin gramer yapısı benzediğinden bilmediğim kelime yerine türkçesini koyup hiçbir şey olmamış gibi konuşmama devam ederim , kime ne! Bir ara Kumiko-chan bana ne sordu beğenirsiniz? “Burda Pazar var mı biliyor musun?” Sanki gözümden Pazar uzmanı olduğumu anlamış gibi. Bendeki cevabı merak ediyor musunuz peki? (Şüphen mi var hala?) “Var var, hadi gidelim!” Yarabbi, günlerdir pazarın yanından geçiyorum ama ya yeni açılıyor ya da yeni kapanıyor olduğundan ben de pek uğrama fırsatını yakalayamamıştım. Bu esnada sabah saati olduğundan yeni yeni açılıyor standlar. Bununla ilgili de “Yahu bu insanlar nasıl para kazanıyor anlamıyorum doğrusu” gibisinden bir muhabbet çevirdik güle güle. (Şimdi demek ki işime gelince ben de pekala güzelce konuşabiliyor muşum değil mi?) Neyse ilgilenen olursa Pazar Via Faenza’da, dış cephesi olmayan San Lorenzo kilisesinin önünde kuruluyor ki burda aynı zamanda Floransa’nın kapalı sebze meyve pazarı bulunmakta. Cephesi (fasadı) olmayan ne demek diye soracak olan arkadaş varsa kısaca değineyim. Floransa’dan yola çıkacak olursak, kiliselerin bir çoğunun cephesi yüzyıllar sonra ekleniyor. Mesela Santa Maria Novella’nın inşası 1279’da başlayıp yaklaşık 60 yıl sonra bitmesine rağmen, gotik kilisenin cephesi 15.yy’da ekleniyor. Rönesans mimarisi yani. Üç büyüklerden bir diğeri Santa Croce keza aynen 13. yy’da inşa edilmesine rağmen mermer cephesi, 19.yy’a ait. Yani neo gotik tarzında.Duomo bunlardan biraz daha farklı. Her ne kadar kilisenin cephesi 19.yy’da eklenmiş ise de Duomo’nun tüm cephesi mermerle kaplı diğer kiliselerin aksine. Bu da Brunelleschi’nin inşa ettiği kubbesinin yanı sıra Duomo’yu özel kılan bir başka özelliği. Sorusu olan? Yok mu? Hiç olmaz zaten:) Neyse fazla didaktik olmayalım. Sevmem ben öyle... (Kilise fotoları üstten aşağı sırasıyla Santa Maria Novella, Santa Croce, cephesiz San Lorenzo)
İşte Kumiko-chan’la yürüye yürüye, Duomo’nun karşı kıyısına, Michelangelo Tepesi’ne çıktık. Yalnız öyle bir yol yürümüşüz ki sanırsın Çin Seddi. (Fotoya bakınız).
Biraz orda biraz burda takılalım derken acıkıp bir de ravioli ve salata patlattık Enoteca’lardan birinde. Kumiko-chan Japonya’da türk-japon restoranında çalışıyormuş. Dolayısıyla yemek işinden anlıyor, bu Enoteca da onun rehberinde çok övülmüş. Yoksa ben anlamam yemekten falan, damak tadım da yoktur hiç. Öyle, önce gözüm sonra karnım doysun havasındayımdır hep bilen bilir. Ravioli yerken bi mantı muhabbeti açıldı ohh da ben zeytinli açma yemek istiyorum bir an önce. Ne alaka di mi? Sanki Floransa’nın piri olmuşum, haberim yok. Floransa’da ahşaptan süs eşyaları yapan bir yer var Bartolucci adında. Burdan daha önce yeğenim için birşeyler almıştım. Kumiko-chan’la da beraber girdik. Ben yine yeğenlerime çalışırken, baktım Kumiko-chan da aynen yeğenlerine alıyor. Nedir bu yeğenlerden çektiğimiz yahu. Şaka bir tarafa en güzeli yeğen! Doğurmayın! Kardeşlerinize doğurtun! Sorumluluk sende değil ama çocuğun var gibi birşey. Bundan iyisi can sağlığı :))
Tren saatim yaklaşırken Kumiko-chan bana bir hediye verdi. Ben her zamanki gibi mahçup! Ya arkadaşlar yalvarıyorum beni mahçup edecek durumlarda bırakmayın ya! Odunum ben işte. Lütfen! Çok kötü hissettim kendimi. Tanıdığım her japon gibi (sanki çok tanıdığım var ya) Kumiko-chan da internet çok kullanmayan biriymiş. Dolayısıyla umarım mail atmayı başarır da o anki odunluğumu telafi edecek birşey yapabilirim. Sonra beni trene kadar uğurladı sağolsun. Eve dönüş yolunun son saatlerinde her zamanki gibi bitmek bilmeyen yola küfürler yağdırıp, türkçe japonca italyanca karışan dilimi düzeltme talimleri yaptım. Zaten son zamanlarda saldığım italyanca artık tamamen yok olmak üzere. Sabah ev sahibime hai hai deyip dururken suratındaki bakışı görmeliydiniz.
Floransa hakkında bir iki şey daha söyleyip çekiliyorum. Biri suyuyla ilgili. Suyunda acayip bir koku var. Sadece benim kaldığım hostelin musluklarından akan sudan kaynaklandığını sanırken, yemek yediğimiz yerde gelen suda da aynı koku vardı. Hemen ardından Kumiko-chan, aynen benim gibi sadece onun kaldığı otele mahsus birşey olduğunu sandığını söyledi ki böylece onaylanmış oldu. Bir de Toskana bölgesine has bir bisküvi çeşidi var ama ona ayrı bir blog açayım iyisi mi. Daha önce verdiğim tarifler çok tuttuğundan kelli, Dünya Nüfus Planlama İdaresi tarafından nüfus azaltıcı etkisi kanıtlanmış bu tarifi bekleyin anacım.
http://www.facebook.com/album.php?aid=15594&l=50f4a&id=1347115609
5 yorum:
"Dünya Nüfus Planlama İdaresi tarafından nüfus azaltıcı etkisi kanıtlanmış bu tarifi bekleyin anacım." öyle mi? Tamam ... Bekliyoruz öyleyse!!
Santa Maria Novella nın önünden geçtik diye hatırlıyorum ben zamanında hatta onun bulunduğu meydandaki bir dükkandan cüzdan almıştım:P
bi de önünden geçip yürüdüğümüz sokakta kedi görüp sevinmiştik:)(gezerken çok fazla göremediğimizden :)
yanlışsa düzelt tutu!!!:P
O tarafa hiç geçememiştik shingetsu sama. Öyle hatırlıyorum aslında hatırlamıyorum yani. Yanlışsa sen düzelt hehe. Hö? Ne dedim ben şimdi:))(Senin dediğin Croce deel mi?)
Vildan;
Tarif geliyor en kısa sürede. Yakınlarınızı zehirlemek mi istiyorsunuz? Dünyada kurtulmak istediğiniz birileri mi var? Köpeğiniz mi kayboldu? Cenova'da bir Ninjayı takip edin sorularınıza tüm cevapları bulun! :)
öyle miydi??ay sanki 10 yıl geçti üzerinden kayıp gitmiş aklımdan:P
Aradığın cevap çektiğin fotoğraflardadır genç! Eğer bu kilisenin fotosu var ise sen haklısın yok ise ben haklıyım demektir.Çokonatına iddiaya girelim mi? Bıktım bueno yemekten, halis mulis dandik çukulata yemek istiyorum artıkın!
Yorum Gönder