19.2.09

AKŞAM DİŞLEMEYE MİSAFİRİM VAR / A CENA COL VAMPIRO

Haça, sarmısağa ve bilumum diğer vampir-savara zafiyet göstermeyen vampir klişesinin bir diğer örneğiyle karşı karşıyayız. Boynunda haç taşıyan, Mezopotamya menşeli, eklektik olmakla birlikte islam mimarisinin mukarnaslı sütun başlıklarını, tavan ve duvarlarda geometrik desenli süslemelerini bünyesinde barındıran bir kalede yaşayan, üstelik 'malum' yaşam şartları dolayısıyla, ekmeğini yönetmenlikten çıkarıp, bir de nihilistin önde gideni, intihar eğilimli bir vampirle (Jurek-George Hamilton). 4000 yıllık uzun uzun upuzun (kabul etmek lazım gerçekten biraz fazla uzun) yaşantısından artık gına getirip ölmek isteyen vampirimiz, kendisini öldürecek adam bulabilmek adına güya çekeceği film için oyuncu seçmesi düzenler. Seçmelerde boy gösteren, sanatın farklı dallarında sergiledikleri performansları ile göz dolduran(!) 4 kişi-Gianni, Sasha, Monica, Rita- vampir yönetmenimizin filminde oynamak için en birinci sıradan seçilirler. Lakin o anda yönetmenle tanışmadıkları gibi, doğal olarak vampir olduğunu da bilmemektedirler. Hep beraber bindikleri Rolls Royce ile vampir yönetmen Jurek’in kalesine doğru yol alırken yüreklerinde sanat yapacak olmalarının aşkı, akıllarındaysa tiplerine bakılırsa hiç ama hiçbir şey yoktur. Bir sahnede puf böreği gibi şişmek suretiyle mezarından dikelerek canlanışına tanık olduğumuz vampir gibi boş karakterlerden oluşan 4 kişilik ekibimiz, kaleye vardıklarında, her türlü böcek ve çiçek yiyerek nutrisyon olayını halleden kambur uşak tarafından karşılanıp, yönetmenin asistanı tarafından içeri buyur edilirler. Haunted House’un vampirli versiyonuna hoşgeldiniz. Bu arada evin gedikli deli karısı (Isabel Russinova)ile de tanışırız. Bu abla anlamlı anlamsız kahkaları ve barok dönem kokoş kıyafetleri ile zaten yeterince eklektik olan iç mekana ayrı bir hava katmaktadır. O da dekordan öteye gidememiş gördüğüm kadarıyla o açıdan seti tamamlamış denebilir. Vampir yönetmenimiz salona teşrif edene kadar, asistan tarafından konuklara yönetmenin "Vampir" filmi seyrettirilir. Ama tam vampirin nasıl öldürüleceği sorunsalına gelindiği zaman makine bozulur, film kopar. Bizim kafadarlar dalga geçip, aptal saptal konuşa dursunlar, vampirimiz de kaleye teşrif etmiş en güzel kırmızı Christofer Lee kıyafetleri içinde konuklarını yimek sofrasına davet etmiştir. Burda niyetini arkadaşlara güzelcene açıklar ve ekler “Eğer siz beni şafak sökene kadar öldürmezseniz, işte o zaman ben sizi dişlemek suretiyle ölümsüzlüğe mahkum ederim”. Aksiyon başlıyor dostlar. Bizimkiler, önce, tabi ki kaçmaya yeltenir. Her ne kadar yarasaya dönüp küçük deliklerden geçebilme kabiliyetine sahip olmasa da vampirimiz, onun da bazı numaraları var elbette kapalı mekanlara girebilmek için. Kahramanlarımızı her köşeye sıkıştırdığında beni göz yaşlarına boğan yöntemlerle geri püskürtüldü vampir Jurek.
Ay paçoz vampir ya! Önce gözüne sprey sıktılar, sonra elini kapıya sıkıştırdılar, ardından ağzına masanın üzerinde duran korku filmlerinden birinin video kasedini (Per favore non mordermi sul collo-Lütfen beni boynumdan ısırmayınız! manasına gelir ve Roman Polanski'nin The Fearless Vampire Killers ya da Dance with the Vampire adlarıyla bilinen vampir komedisi filmidir) tıktılar (Lakin gözümden kaçmadı, bu kaset ağzına ilk tıkılan kaset değildi, neyse...).
Ya kardeşim, böyle vampir olmaz olsun! Vampirlerin yüz karası! Bu arada dalgacı Gianni de ayrı salak yani. Lan oğlum, adam sana göğsünden dana gibi haç çıkarıp göstermiş, sen hala herifi kazıklamaya çalışıyorsun. Ne diyeyim ben sana, zamane genci! Bu arada vampirimiz kazıklandığında ağzından Exorcist misali yeşil yeşil sıvılar aktı ki hiç o konuya girmiyorum. Öte yandan kahramanlarımız azıcık sanat tarihi bilselerdi, vampirin yaşadığı yerin mimarisine bakarak çok rahat onu alt edebilirlerdi. Zira islam mimarisinin hüküm sürdüğü bu evde, elbetteki vampir haçlan maçlan korkutulamaz. Halbusu alaydınız elinize bi Kur’an, serpeydiniz iki zemzem suyu, bak bakalım vampir o zaman kimi dişliyor.
Daha fazla uzatmayayım, sonuçta bizimkiler filmi tamir etmeyi başarıp, filmin sonunu izlerler. Vampir Jurek’i nasıl öldürüeceklerini öğrenip, Dorian Gray’e göndermeli cinayet yöntemiyle vampirimizi ölüm isteğine kavuştururlar. Gianni, canlanırken şişip, ölürken de foslayan vampirimizin dişini hatıra niyetine yanına aldıktan sonra, hep beraber elele tutuşarak kaleyi terkederler.
Oğul Bava’nın (Lamberto), 1988 tarihli italyan televizyonu için çekilmiş, A Cena Col Vampiro isimli bu filmi, ingilizce Dinner with the Vampire adıyla da bilinmekte. Sanırım Bava’nın filmografisinde düz anlamdaki en kötü filmi olarak görülüyor. Öte yandan benim için süper bir film olduğunu söylemeliyim. Sisler içindeki kale ve kalenin altındaki kripta, on bin kere göstersen insanı bıktırmayacak (bu insan ben oluyorum sanırım) atmosferler. Her ne kadar 4’lümüzün karakterleri boş dedim ama, şakacı, romantik, helecanlı(!) ve ne olduğu beli olmayan gibi dört farklı karaktercik var ortada. Çok fazla kan revan yok filmde yalnız çok hoş bir kalp çıkarma sahnesi var mesela. Bir de mahzendeki iblisleri beslerkene asistanın onlara sakatat atma sahnesi var kanlı kanlı, emme bunun konumuzla bir ilgisi yok (bir tek orda şey ettim ben biraz, doğruyu söylemek gerekirse). Son olarak, şunu söylemek isterim; Bu filmde hem klasik bir vampir filmi, hem de vampir filmleriyle dalgasını geçen başka tür bir vampir filmini birlikte izleme şansımız var. Daha ne olsun! Oh be! Vallahi kendime geldim yahu! Gelsin sıradaki...
Y: Lamberto Bava
O: George Hilton (vampir Jurek)(Birşey söylemeye gerek var mı?), Riccardo Rossi (Gianni) , Patrizia Pellegrino (Rita), Yvonne Scio (Monica), Valeria Milillo (Sasha) , Isabel Russinova (deli karı-ama es geçmeyelim sevilen sayılan bir abla)
Kendime not: Mukarnas gördüm ve yeniden depreştim tek kelimeyle!

5 yorum:

Goddess Artemis dedi ki...

Yazının başlığı sözlüğe bugün yazdığım bir entry'i getirdi aklıma :-p

Goddess Artemis dedi ki...

Hâsılı kelam, vampirle bozmuşum aklımı! ;o)

Tuğba dedi ki...

Gaddesu-Sama,
Çok yerinde bir tespit yapmışsınız:) Ne zaman vampir desek ardından ikiz kardeşiymiş gibi gelen zombi meselesinde de az buçuk aynı taraftayız sanırım. Uzun zamandır aklımda "Zombilerden nasıl soğudum" konu başlıklı birşey yazma fikri var ama hayırlısı, artık bu yıl mı yazarım, 2 yıl sonraya mı kalır, iki yıl sonra ben kalır mıyım?...Bir yerden sonra da artık soru soran değil direk cevap veren insan moduna geçmekte yarar var galiba(Ne diyorum, hiçbir fikrim yok, neyse...:)

shingetsu dedi ki...

naçizane fikrimi beyan etmek isterim zombilerden soğuma konusunda..festival kapsamında izlediğimiz gay zombilerin yer aldığı absürd film sebep teşkil edebilir mi acaba:))

Tuğba dedi ki...

Tam üstüne basmış olabilirsin! Zira son darbeyi onun vurduğunu rahatlıkla dile getirebilirim :]

Boş işler bunlar...