Sabah kalkar kalkmaz yatak keyfi niyetine John Landis’in “An American Werewolf in London” filmini seyrettikten hemen sonra kendimi dışarı attım. Zaten attım attım, yoksa tüm gün evde pinekliyorum hiçbir şey yapmadan. Hava da pek güzeldi söylemesi ayıp. Şehir merkezine vardıktan sonra bir müddet kokoşların caddesi Via XX Settembre’de takıldım. İndirim bitmiş, o yüzden kalabalık da bitmişti. Bir müddet sonra “cinsiyet gereği” elimin sürekli cüzdanıma gittiğini farkeder farketmez ayaklarımın istikametini limana doğru çevirdim. Başına buyruk sol ayağım biraz direndi ama sonunda pes etti. Böyle sarsak sarsak ilerlerken gene hafif sola çektiğimi farkedince oracıkta duruverdim. O da ne? Karşıki duvarda Webster! Yok Webster değil! O yahu! Cıkkk, değil! Hatırlayan varsa lütfen söylesin, bu Webster değildi ama kimdi? Hafızam sıfır! Kendisiyle “Naber len Webster olmayan Webster?” diyerek biraz sohbet ettiğim esnada, ezeli düşmanım insanoğlunun bakışlarına daha fazla dayanamayarak yeniden yürümeye koyuldum. Limandaki müzik markete girdim. Tatataaa! Bir japon yönetmen! Hemi de kim? Shinya Tsukamoto! Tetsuo, Koroshiya Ichi ve Snake of June desem! Baktım hangi filmi var diye, Akumu Tantei (Nightmare Detective) var imiş. Hmm alsam mı acaba? Acaba!? İnanılmaz ama almadım. Bir an kendi kendimi “Eferim, biraz olgunlaştın galiba sen” diye pohpohlarken, dışarıya adımımı atar atmaz bir kere daha (Atari oyunlarının dandik level atlama müzikleri yerine) tatataaa! Son zamanlardaki takıntım, 1 euro ile çalışan para tuzağı oyuncak otomatları! El cüzdana gitmiyor ama bunlar için sinsi ben, her daim bozuklukları ceplerime doldurmuş! Dolayısıyla elimi cebe attım oh oh ne ala! 1’likler cirit atıyor. Tanıştırayım, yeni arkadaşım Şörli! Aynı ben. Hem tombul, hem ebleh! Çok iyi anlaşacağız, eminim. Bu arada içimi bir pişmanlık kapladı tabii, filmi alsaydım keşke diye. İkinci kez kendimi tuttum. Bu arada sadece Şörli değil ki, Şon var, Timi var, Timi’nin anası ve bir de Bitzer var. Var oğlu var da, benim asıl istediğim başka birşey. Dur anlatayım. Şimdi şu alt yandaki arkadaşın gözleri pörtlüyor. Bu mumya. Mumyadan başka kuru kafa, frankeştayn ve drakula var. Bana ilk kuru kafa çıktı, ardından da mumya. 3. denememde, ki bunlar hep farklı zamanlarda oluyor, bir mumya daha çıktı. Drakula’ya taktım ya duramam, illa onu bulmam lazım. Aksi gibi bu otomat da sadece bir yerde var Genova’da benim gördüğüm. O da bir çocuk giyim mağazasının girişinde duruyor. Dün yine gittim buraya, cepte bozuklar, sapık gibi! Önce vitrine bakıyormuş gibi yaptım birazcıcık. Ardından direk saldırdım. İki kere çevirdim ve ikisinde de mumya çıktı gene ya! Nasıl bahtsızım, nasıl bedbahtım anlatamam. Valla yemeden içmeden kesildim. Abur cubur- çikolata aslında- paramı bunlara yatırıyorum. Çikolata yemediğim için de hem süzüldüm hem de uyuzluk kat sayım arttı doğal olarak. Telefonumu ve çekmecelerimi görseniz önce korkabilir sonra da benimle arkadaşlığı dahi kesebilirsiniz yani o derece! Hiç aklınızdan “yeğenlere verirsin n’olcak” diye geçirmeyin. Ölürüm vermem. Böyle bir durumda aynen Sunako-chan gibi oluyorum. Napıyoruz? Hep beraber yana bakıyoruz! Aslında bu resim değil, elinden anatomik iskeleti Hiroshi-kun’u alındıktan sonraki vampir dişli ve parlayan gözlü bir Sunako-chan var ama bulamadım. İsteyen kafasında canlandırsın, istemeyen ..masın! Neyse, azimliyim ama. Bir drakula bulmadan şurdan şuraya gitmem. Şörli’ye sordum ne yapayım şimdi diye, saat 2 suları. Sinemaya git dedi. Hmm... Aa! Underworld: Rise of the Lycans gelmiş! Verdiğim sözler nereye gitti? Gidiyor işte böyle durumlarda. Zaten iş yok güç yok. Kafa çok iyi değil ama seyredeceğiz artık. Lakin daha başlamasına iki buçuk saat var. Bak nasıl acıyorum şu italyan veletlerine. Hiç, okulu asayım da bir sinemaya gideyim gibi bir zevkleri olmamış. Zira en erken seans 15.30’da! Eh, o zamana kadar zaten okul bitti, bitecek. Halbusu var mı şöyle sabah 10.30 gibi ilk filmi patlatıp, ardından bir ikincisini patlabilmek gibisi. Yaa! Ne günlerdi peh peh! Film saatine kadar kendime bir kıyak daha geçip hayatta sevdiğim ikinci sarı şey olan patates kızartmasına gömülüp, löpçük löpçük yaptığım yağlarımla “Heyt be! Bana işleyemezsin artık soğuk!” diye hafif dayılanıp, liman kıyısındaki banklardan birine, tam Gilda’nın karşısına oturdum. Biraz vakit geçmiş idiydi ki, adamın biri oturduğum bankın ucuna birşeyler söyleyerek çömdü. “Bana mı dedin birader “ dedim doğal olarak. “Hava da ne güzel değil mi?” diye geyiğin dalağını yararcasına bir başlangıç yapınca, “italyanca bilmiyorum” dedim bu sefer ingilizce! Riske bak! Ama %80 yırttım yani konuşmaktan! Çat pat birşeyler söylemeye çalışınca bu sefer hiç ağzımı yormadan direk gözümle “ingilizce de bilmiyorum” deyince adam da haliyle sus end dı pus evrenine kapağı atmak zorunda kaldı. Yanlış anlaşılmasın hep böyle uyuz değilim. Yalnız öyle anlar oluyor ki, oturmuş, bir; su sesi, iki; beyaz leş kargası olarak adlandırabileceğimiz martı sesi, üç; karnaval niyetine prenses ve korsan olmuş veletlerin seslerinin bir arada yaptığı gürültüyü , doğrudan insan sesine tercih ettiğim zamanlar –evet belki haddinden fazla çok- oluyor. Bu da öyle anlardan biriydi. Gücendirdiysem özür dilerim! Film saatinin yaklaşmasını fırsat bilip “hoşçakal Gilda” diyerek’ten’ salona uzadım. Hay ben senin! Bilerek koyuyorlar kesinlikle. Burda da yok mu o otomatlardan! “Ee! Yeter ama. Kaç yaşına geldin kızım!” diye güzel bir nutuk çektikten sonra kendime, nutkun hiçbir işe yaramayacağını yaklaşık bir buçuk saat sonra, film bitiminde, anneme telefonda “Anne, büyüyünce kurtadam olabilir miyim?” sorusunu sorduğumda anlamış bulunuyordum. Kıssadan hisse; bir güne iki kurtadam filmi fazla gelebilir, dikkatli olmak lazım.
5 yorum:
Ben bir gece vampir olarak uyanmak istiyorum! ühühühühühühühühühü
O halde sizin için dua ediyorum:)
Hmmmmmm... Demek Underworld: Rise of The Lycans'a gidilecek! Sonra bir de soruyor, niye kıskanıyorsun diye? Hıh!
Pardon, "tense" hatası yapmışım, gidilmiş bile! Bir de üstüne Shinya Tsukamoto ha? Ölmen gerekiyor...
27 Martta Türkiye'de gösterime girecek gibi görünüyor. Ama nerde okuduğumu hatırlamıyorum. Tsukamoto'ya gelince, paylaşırız olur biter:))
Yorum Gönder