13.1.09

CENOVA NİNJA OLAY MAHALLİNDEN BİLDİRİYOR/CENOVA'NIN MÜZELERİ 4

Karpuz kokulu Cenova’dan yeniden merhaba. Kısa bir ara verdiğimiz müze gezilerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. (Aslında bugün müze gezmek hiç aklımda yoktu. Milano’ya gitmek için sabah erkenden kalkıp yollara düştüm. Ama son anda benden mi yoksa otobüsten mi kaynaklandığını anlayamadığım bir hata neticesinde kendimi yola çıktığım yer olan evimde buluverdim. Daha ayrıntılı anlatmak gerekirse(gözünden anlıyorum ben seni kısa kes diyorsun ama son zamanlarda çenemi çalıştıramadığımdan yanetkisi elime vurdu)sabah erkencecik Leonard Cohen’in sesi ile uyanmışım(değiştiremedim kardeşim şu alarmı ya). Öyle güzel uyanmışım ki kahvaltı bile yaptım. Sonra bindik otobüse gidiyoruz tren istasyonu Principe’ye. Evden bu istasyona gidebilmem için iki otobüse ihtiyacım var velakin ne olduysa ikincisine bindiğim sıra oldu. Bu salako istikametini mi değiştirdi gene nedir! Aa! Bir baktım bindiğim yerdeyim. Sonra bir de saate baktım. Hala yetişebilirim. Bu arada öteki tren istasyonunun önündeyim-Brignole. Girdim istasyona belki tren yakalarım Principe için diye. Tam yukarı çıktım tren kalktı. Dur heyecan yapma. Başka bir tren daha var Principe’ye giden. Onun saatine baktım. E iyiymiş işte. Sonra biraz düşündüm. Daha bilet almamışım. Principe’ye varacağım da, bilet otomatlarının olduğu yere gideceğim de, o saatte zaten kalabalık olur. Bir de gerisin geri yeniden trenin kalktığı yere ineceğim de. Tüm bunları 9 dakika içinde yapmam gerek ama. Bir yandan yaparım gibi geliyor, diğer yandan işime gelmiyor. Şöyle ki; hani bazı okul günleri olur ya, zorlanmadan kalkarsınız fakat canınız birşey yapmak istemediği halde gidersiniz okula. O esnada birşey olmuştur, ders iptal edilir. O ne sevinçtir öyle. Gerisin geri eve ve yatağa. İşte öyle bir ruh hali içindeyim ben de. Uzun lafın kısası “ya git kızım evine mis gibi,kır dizini otur” dedim kendi kendime. Şöyle bir soluk aldım, döndüm eve. Bu arada öteki beni dürtüyor “Madem erken kalktın, hava da mis gibi, birşey yap, gün boşa gitmesin”diye. Gıcık oluyorum buna, ama birlikte yaşamak zorundayız n’apalım. İşte verdik kendimizi gene müzelere. )
O halde sol baştan sayalım; Denizcilik Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Palazzo del Principe (binanın kendisi müze).
Da da daaa da dada da daaa(Giriş müziği)... Efenim Denizcilik Müzesi (Museo Civico Natale) Cenova’nın nevi şahsına münhasır semtlerinden Pegli’de bulunuyor. Otobüs ile yaklaşık 1.30 saat(belki birazcık daha fazla), tren ile 20-25 dakika. Müzenin içinde konuşlandığı mekan 16.yy’a tarihlenen Villa Centurione Doria. Sergilenen eserlerin yanı sıra Lazzaro Tavarone tarafından yapılmış tavan freskoları da görmeye değer. Dikkatimizi çeken eserler arasında, Matteo Prunes, Vicente Prunes(bunlar ailecek bu işteler), Diogo Homem gibi isimlerin 16-17.yy’da çizdikleri Akdeniz haritaları, gemi maketleri, Domenico Gavarrone’nin 19.yy ilk yarısının sonlarında kağıt üzerine suluboya ile resmettiği gemiler ve yine Georg Braun’un Civitates Orbis Terrarum adlı kitabı mevcut. Sayıca çok fazla olmamakla beraber Pegli ve Cenova limanlarının büyük tablolarını görüyoruz. Hangi resme baktıysam bir Türk gemisi ile karşılaştığımı da belirtmek isterim. Çok büyük olmayan bu müzemizden çıkıp biraz yürüdükten sonra arkeoloji müzesine varıyoruz (Museo Civico Archeologia Ligure). İşte köhne müzelerimize bir örnek daha. Yapı güzel ama arkeoloji müzesi olarak kullanılmaya uygunluğu tartışılır. Kısaca Arkeoloji müzesi işte diyorum ama dibine de çocuklar için diye ekliyorum. (Dikkat dikkat! Müze gezimize kısa bir süre için ara vermiş bulunuyoruz. Lütfen grubunuzu terk etmeyiniz.Valla bugün müze mi gezdim korku filmi seti mi gezdim anlamadım. Hep beraber tahayyül edelim; arkeoloji’den çıktım önümde iki tarafı ağaçlıklı bir patika. Arkamda bir kilise ama en çok göze batan elemanı çan kulesi. Fotoğrafı, çan kulesinin tamamını sığdıracak şekilde hafif yan yatırın, Rodchenko’ya nazire yapar gibi. Hah işte böyle. Önde ben. Benim yerime istediğiniz artizi düşünebilirsiniz. Mümkünse şöyle güzel olanından: -)Arka solumda çan kulesini görebilecek şekilde biraz alttan bakıyorsunuz fotoğrafa. Aniden duyulan çan sesi ve gittikçe şiddetlenen bir rüzgar. 20 metre önümde konuşlanmış bir günercin. Birbirimize yaklaşıyoruz. Gerisi size kalmış; psikopat arkadaşlar kan revan, enteldantel neandartel arkadaşlar psikolojik gerilim, romantik arkadaşlar günercinle aramda bir aşk hikayesi kurgulayabilirler. Hiç sakıncası yok. Ben korktuğumla kalırım.)
Gelelim üçüncü müzemize; Cenova tarihinin önemli kişilerinden Andrea Doria’nın konağı, Palazza del Principe. 16.yy’da inşa edilmiş bu yapı müthiş freskolara da ev sahipliği yapmakta. Aynı zamanda saatlerce bıkmadan bakabileceğiniz duvar halıları(!?) da yapıya ayrı bir güzellik katmakta. Kan ve vahşetin kol gezdiği bu halılar, içinde barındırdıkları figürlerin çoğunun kafasındaki yarıktan akan kanlarla da günün anlam ve ehemmiyetine vurgu yapıyor. (Korku filmi seti, ikinci sahne; Alabildiğine uzanan bir balo salonu. Yerler siyah beyaz mermerle, duvarlar düz sarı-çiçek motifli kırmızı kadife ile kaplı. Ayrıca duvarlarda belirli aralıklarla Doria aile fertlerinin tabloları asılı. Salonun sağ ucundaki kapıdan girmişim. Önümde müthiş bir perspektif ve astiğmatımı azdıran yer döşemesi , salonun her iki tarafında da tavana kadar uzanan pencereler var. Sol tarafta, dışardaki kör edici güneşi hissedebiliyorum ama soldaki pencerelerin birinin önünde uçuşan toz zerreciklerinden. Şiddetli rüzgar pencereleri sarsıyor. Karşı solumda simetriyi bozan karanlık bir tablo, elleriyle aynı yönü gösteren bir kadın figürü. Omzunda Günercin! Devam et arkadaşım sen yazmaya). Bir güne iki günercin fazla diyerek yapının mimari sorunlarından bahsetmek istiyorum. Öncelikle müthiş bir rutubet sorunu var. Tavanlardaki freskoların büyük kısmı nasibini almış nemden. Kimisi kalkmış, kimisi çoktan dökülmüş. Ama nasıl müthiş freskolar anlatmam. Yapı denize yakın ve zemininde problem olduğu aşikar. Zira tonozlardaki çatlaklar el sokulası boyutlarda. O çatlaklardan ne kan akar be biliyor musun oluk oluk!
İşte böyle efenim. Size bu sefer arkeoloji müzesinin yakınında bulunan portakal ağacı ile veda etmek istiyorum.
Not: Parantez içlerini okumaktan yazının bütününe odaklanamadığını biliyorum sevgili arkadaşım. İşte, az sonra konduracağım noktadan itibaren yazının başına dönüp parantezleri es geçerek, sadece müzelerle ilgili kısımları yeniden okuyabilirsin. Ama tekrar okuduktan sonra “ne saçmalamış bu gene be” deme hakkına da sahipsin uyarmadı deme! (.)

2 yorum:

Unknown dedi ki...

eline sağlık dostum, itinayla anlatmaya çalışmışsın:))

Tuğba dedi ki...

Ne demek!Görevimiz:)

Boş işler bunlar...