İşte girdik. Sol tarafta geniş resepsiyonlu bir salon. Karşı duvarda 15.yy’dan kalma duvarı fon olarak kullanan, türlü çeşit balık barındıran bir akvaryum. İlk girişte geziye adapte olmak zordur. Bir sürü balık var. Hiçbirini tanımıyoruz ki! Alarm alarm... Resepsiyondaki kadınla göz göze geliş, hemen ardından gözün stand üstündeki rehber kitapçığa kayışı (2.5 euro da buna bayıldık). Ve beklenen an; ellerin cebe girme anı. “Sinirim tam da geçer gibi olmuştu” mu dediniz? Daha durun canım, bu ne ki? İki dakika sonra kafayı kaldırıp akvaryumun üstüne baktığınızda her çeşit canlının ismi ve cisminin yazdığı tabelaların sinirinizle aranızda hiçbir husumet bırakmayacağını söylesem canıma mı susamış olurum? Haddinden fazla boylu poslu rehber kitapçığımızı kullanmaya gerek kalmadığını görerek çantamıza yerleştirip gezimize devam edelim. İşte takip etmemiz için ok da koymuşlar. İlk durak köpekbalıkları. Ama önce 3 boyutlu mini belgeselimizi izliyoruz. Sadece izliyoruz zaten tüm belgesel italyanca hep italyanca.
kenarına isabet ettirmiş günercin ya da martı (görememiştim ne cinstir) var yunus efendi. Öyle cam arkasından olmuyor yani. Kimle dans ettiğini bil! Bu arada harbiden dans ediyordu kendisi. O an beynimde bir şimşek çaktı. Ulan dedim burda asıl kim kimi izliyor? Öyle ya bu deniz canlıları kendi dünyaları içinde özgürce gezinirken okları takip etmek zorunda olan biz değil miydik? Üstelik biz bunun için para ödemişken onların cebinden 5 kuruş çıkmamıştı. Biraz rengim attı ama elden ne gelir. Bana nanik yapar gibi kıçını dönüp uzaklaşan yunusun yaptığı etki de olabilir bittabi. Neyse efenim gelmişiz o kadar bir yunusun kakasına moral bozacak değiliz herhalde. Devam edelim. Piranalardan palyaço balıklarına, penguenlerden deniz hıyarlarına kadar daha neler göreceğiz neler.
Gördük bitti...Üst kat tamamen akvaryumlu bölüme ayrılmış. Alt katta ise yağmur ormanı ambiyansı yakalanmış. Canımdan çok sevdiğim kurbağalar da bu katta bulunuyor. Yanda görüldüğü üzere domates kurbağası en sevdiklerimden. Bu katta
Akvaryumdan ayrılırken günün sorusu Sırma Hanım’dan geldi; Burdan çıkıp balık yiyen var mıdır acaba? diye sordu. Tabi ki vardır. Balıklar acı çekmez ki demek isterdim ama külliyen yalan hem de nasıl çekiyoruz. Misal geçen hafta yediğim ninja yıldızı hala sızlatıyor. Sırma Hanım’dan da korkulur yani. İçerdeyken bir ara leopar görüp bundan iyi kürk olur diyen kokonalar gibi 'bütün balıkların deseninden elbisem olsun istiyorum’ dediği zaman anlayıp hafiiften tüymeliydim o ortamdan ama neyse...
İki paparazzi edasıyla (o kadar para saydım, bir sürü fotoğraf çekmeyen en adidir diyen görmemiş hesabı da olabilir tabi) Sırma Hanım’la camlara yapışıp o kadar fotoğraf çektik. Gelin görün ki japon yengeci ile domates kurbağası sadece Sırma Hanım’a poz verdiler. Dolayısıyla Sırma Hanım’a bu iki fotoğraf için teşekkür eder, diğer fotoğraflar için alttaki linki tıklamanızı öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder